Columbia Felsefe Temaları konferans serisinin bir parçası olan Hümanizm ve Demokratik Eleştiri, Edward Said’in kaleminden çıkan son kitap. Konferansın düzenlendiği tarihten sonra 11 Eylül olayları gerçekleşti. 11 Eylül “terörizmle savaş”, “Afganistan’a askeri müdahale”, “Irak’ın işgali” gibi pek çok olayın rasyonalizasyonunda önemli bir miat oldu. Said bunların hiçbirine yabancı değildi. Çünkü yıllarca Filistin meselesi üzerine düşündü, Filistin’in özgürlüğü için çabaladı. Politik mücadelesinin yanı sıra, doğu-batı ikilemine sıkışmış söylemlerin doğululuğu ya da batılılığı nasıl ürettiğini tartıştı ve önemli bir entelektüel kişilik olarak sorunların çözülmesine dair eleştirel yaklaşımlar üretti. Bu kitapta Said, bir arada yaşamayı ve paylaşmayı amaç edinen hümanizmin teorik çerçevesinden yararlanarak, demokratik eleştirinin kendisine odaklanır.
Said çalışmasının odağına Amerikan Hümanizmini yerleştirir. Bunu böyle tercih etmesinin anlaşılır nedenleri var. Çünkü dünyayı boydan boya sarmış savaş, yoksulluk, terör tehlikesi varken, hümanist bir entelektüelin başka ne yapması beklenebilir ki? Bütün bunlarda Amerika’nın oynadığı rol oldukça önemli olduğundan Amerikan Hümanizmine odaklanmakta fayda vardır (s.3). Said burada hümanist faaliyetin ne olduğu, neyi içerdiği konusunda düşünür ve hümanistlere odaklanır. Bunu “işe yarar bir praksis” (s.9) üretmek için gerekli görür. Said, Vico’nun insanın kendini tanıması ilkesiyle yola çıkar ve hümanizmin, özeleştiri ile ortaya çıkabileceğini belirtir. Hümanizmin amacı, insan emeğinin, kurtuluşunun, geçmişinin ve şu anının açıklamalarını eleştirerek masaya yatırmaktır. Bunun için gerekli olan araç “dil”dir. Çünkü hümanizm, düşüncelerimizin ve bilgilerimizin olumlanması değil, bize tabulaştırılmış olarak sunulan durumları sorgulayarak ve eleştirerek, yeniden anlamlandırmaktır. Bu nedenle hümanizmin çıkış noktası dil olacaktır: “Dil, dil engeli etrafında dolaşarak aşmanın tek yoludur” (s.38). Dil engelini aşmak için hümanist pratiğin günümüzdeki durumunu inceleyen Said, hümanizm adı altında ne yapılıp yapılmayacağını anlamak için yöntemsel olarak hümanist pratiklerdeki değişimi ortaya koyar.
Amerikan hümanizmi günümüze gelene köklü bir değişime uğramıştır. Başlangıçta kendi özü itibariyle ele alınan hümanizm, 20. yüzyılın ikinci yarısında geçerlilik kazanmaya başlamıştır. Hümanist araştırma; okuma ve yorumlamanın filozoflar ve entelektüellerin fikrindeki sıradan olmayan düşünceyi ayırt edebilme yeteneğidir. Hümanizm ise “genel kabule direniştir ve her türlü klişe ile düşünmeyen dile karşı koymayı gerektirir” (s.56). O halde Amerikan hümanizmin bugünkü temsilcileri eleştiriden ve direnişten yana olmak zorundadır, açıkçası Amerika’nın dünyanın dört bir yanına yayılan işgallerine, Soğuk Savaş sonrası tarihsel gerçekliklere, dünyanın sömürgecilikle biçim kazandırılmasına ve küreselleşmeye karşı durması gerekir. Bu nedenle hümanistler, ele aldıkları konuları çağımızın edebiyatı, düşüncesi, sanatı, politikası, eğitim sistemi üzerinden ele almaları gerektiğini gözden kaçırmamalıdırlar. Amerikan hümanizmi çağının sorunlarını irdelemek için filoloji ile bağ kurmalıdır.
Filoloji bunu nasıl başarabilir? Öncelikle yapılan okumalar ve araştırmalar titiz, dikkatli, sindirilerek ve dirençle yapılırsa hümanistik pratik ortaya çıkar. Okurun, metinlere açık olması, onları değerlendirerek, eleştirerek, tarihsel bağlamını göz önünde bulundurarak okuması, hümanizm açısından, metni yazarın gözünden bakarak anlamayı sağlar. Bu durumda sadece okumuş olmak değil, “okumuş olmak” söz konusu olur, metnin sınırlarını belirleyen çağın özellikleri de ortaya çıkar. Amerikan toplumunun söz konusu sorunları, demokratik eleştiriyi yok eden bir konumdadır. Hümanistin amacı, ona hiç açmaması gereken bir hediye paketi olarak sunulan sorunları çözmektir. Böylece hem demokratik eleştiri devreye girer, hem de sorunların çözülmesi için uygun ortam oluşur. Hümanist eleştirinin amacı, “özgürlük, edimsellik ve aydınlanma arayışında amansız biçimde kendini berraklaştırmaktır” (s.95). Hümanistin görevi, hem kendi toplumunun hem de diğer toplumlardaki fikirlerin hem içinde hem dışında olarak “huzursuzluk” yaratmaktır.
Mimesis İkinci Dünya Savaşı sonrasından bu yana genel hümanistik pratiğin en önemli örneği olduğundan, Said bu eseri incelemeyi faydalı bulur. Önemli eserler alıntılanarak, incelenir; yazarın retorik üslubundan yola çıkılarak yaşanan dönemin sosyo-politik sorunları ele alınır. Filoloji, Auerbach için sadece dil ve tarih araştırması yapan bir bilim değil; her türün, derinlemesine incelenmesini gerektiren alandır. Auerbach’ın metodolojisi hümanist bir metni anlayabilmek için ona yazarın gözüyle bakılmasını gerektirir. Böylece filolojinin ayırt edici bir niteliği olan sempati ve bilgi birikimi ile düşünme yöntemi sağlanır (s.119). Mimesis, Avrupa edebiyatının onaylanmasının ve doğru olarak anlaşıldığında karşı-akımların, ironilerin ve çelişkilerin barındığı bir eserdir. Auerbach’ın kişisel eleştirileri, araştırmaları veya incelemeleri gibi görünse de “tarihsel dünyanın edebi temsillerini etüt eden insan aklının, bunu ancak bir yazar gibi yapabileceğini göstermiştir” (s.152). Bu nedenle Said’e göre Mimesis, hümanist pratiğin en önemli eseridir. Said asıl demokratik eleştirisini entelektüelin kim olduğunu açıklayarak yapar ve kamusal entelektüele olan ilgi üzerinde durur. Ona göre, entelektüelin kamusal alanda olan bitene karşı eleştirisinin naif bir dille yazılmış/dile getirilmiş olması durumu sorunludur. Çünkü entelektüelin görevi, var olanla yetinmeyip, okurlarının bilincine seslenmeyi hedeflemektir. Yazar ve entelektüelin neden “birbirlerine ait” olduklarını göstermek için 20. yüzyıl yazarının “iktidara doğruları anlatmak, zulümlere ve ıstıraplara tanıklık etmek ve otoriteyle çatışmada muhalif bir ses” (s.164) oluşturarak, entelektüelin görevini üstlenmiş olduğunu belirtir. Bu nedenle yazar ve entelektüel ayrımı kaldırılmalıdır. Çünkü onlar kamusal alanın sorunlarını birlikte değerlendirip, yorumlayabilirler.
Entelektüel, muhalif yönüyle, karanlığı aydınlatarak, topluma verilmiş olan “üç maymun” rolünü ortadan kaldırmakla yükümlüdür. Bu mücadelenin mümkün olması için öncelikle geçmişin yok oluşuna karşı önlem almak, daha sonra da entelektüel emek sonucu ortak yaşam alanı oluşturmakla mümkündür. Böylece hem kavranılamaz olan kavranılır hem de sorunu çözümlemek mümkün olur. Edward Said, Hümanizm ve Demokratik Eleştiri’de hümanizmin ne olduğunu açıklamayı amaçlamaz. Said, eleştiriden yola çıkarak entelektüelin ancak eleştiri yoluyla kamusal bir rol kazanabileceğini söyler. Bu durumda söyleyecek sözleri olan entelektüeller dil yardımıyla toplumsal sorunlar hakkında bilinçlenmeyi sağlar. Bu kitap “hümanizm nedir?” sorusuna yanıt vermekle kalmaz; hümanizmin “aslında ne olduğunu”, hümanizmin neyle ilgilenmesi gerektiğini, hümanistin kim olduğunu, nasıl olduğunu ve ne yapması gerektiğini hümanist bir dille aydınlatır ve demokratik bir eleştiri ortaya koyar.
Said çalışmasının odağına Amerikan Hümanizmini yerleştirir. Bunu böyle tercih etmesinin anlaşılır nedenleri var. Çünkü dünyayı boydan boya sarmış savaş, yoksulluk, terör tehlikesi varken, hümanist bir entelektüelin başka ne yapması beklenebilir ki? Bütün bunlarda Amerika’nın oynadığı rol oldukça önemli olduğundan Amerikan Hümanizmine odaklanmakta fayda vardır (s.3). Said burada hümanist faaliyetin ne olduğu, neyi içerdiği konusunda düşünür ve hümanistlere odaklanır. Bunu “işe yarar bir praksis” (s.9) üretmek için gerekli görür. Said, Vico’nun insanın kendini tanıması ilkesiyle yola çıkar ve hümanizmin, özeleştiri ile ortaya çıkabileceğini belirtir. Hümanizmin amacı, insan emeğinin, kurtuluşunun, geçmişinin ve şu anının açıklamalarını eleştirerek masaya yatırmaktır. Bunun için gerekli olan araç “dil”dir. Çünkü hümanizm, düşüncelerimizin ve bilgilerimizin olumlanması değil, bize tabulaştırılmış olarak sunulan durumları sorgulayarak ve eleştirerek, yeniden anlamlandırmaktır. Bu nedenle hümanizmin çıkış noktası dil olacaktır: “Dil, dil engeli etrafında dolaşarak aşmanın tek yoludur” (s.38). Dil engelini aşmak için hümanist pratiğin günümüzdeki durumunu inceleyen Said, hümanizm adı altında ne yapılıp yapılmayacağını anlamak için yöntemsel olarak hümanist pratiklerdeki değişimi ortaya koyar.
Amerikan hümanizmi günümüze gelene köklü bir değişime uğramıştır. Başlangıçta kendi özü itibariyle ele alınan hümanizm, 20. yüzyılın ikinci yarısında geçerlilik kazanmaya başlamıştır. Hümanist araştırma; okuma ve yorumlamanın filozoflar ve entelektüellerin fikrindeki sıradan olmayan düşünceyi ayırt edebilme yeteneğidir. Hümanizm ise “genel kabule direniştir ve her türlü klişe ile düşünmeyen dile karşı koymayı gerektirir” (s.56). O halde Amerikan hümanizmin bugünkü temsilcileri eleştiriden ve direnişten yana olmak zorundadır, açıkçası Amerika’nın dünyanın dört bir yanına yayılan işgallerine, Soğuk Savaş sonrası tarihsel gerçekliklere, dünyanın sömürgecilikle biçim kazandırılmasına ve küreselleşmeye karşı durması gerekir. Bu nedenle hümanistler, ele aldıkları konuları çağımızın edebiyatı, düşüncesi, sanatı, politikası, eğitim sistemi üzerinden ele almaları gerektiğini gözden kaçırmamalıdırlar. Amerikan hümanizmi çağının sorunlarını irdelemek için filoloji ile bağ kurmalıdır.
Filoloji bunu nasıl başarabilir? Öncelikle yapılan okumalar ve araştırmalar titiz, dikkatli, sindirilerek ve dirençle yapılırsa hümanistik pratik ortaya çıkar. Okurun, metinlere açık olması, onları değerlendirerek, eleştirerek, tarihsel bağlamını göz önünde bulundurarak okuması, hümanizm açısından, metni yazarın gözünden bakarak anlamayı sağlar. Bu durumda sadece okumuş olmak değil, “okumuş olmak” söz konusu olur, metnin sınırlarını belirleyen çağın özellikleri de ortaya çıkar. Amerikan toplumunun söz konusu sorunları, demokratik eleştiriyi yok eden bir konumdadır. Hümanistin amacı, ona hiç açmaması gereken bir hediye paketi olarak sunulan sorunları çözmektir. Böylece hem demokratik eleştiri devreye girer, hem de sorunların çözülmesi için uygun ortam oluşur. Hümanist eleştirinin amacı, “özgürlük, edimsellik ve aydınlanma arayışında amansız biçimde kendini berraklaştırmaktır” (s.95). Hümanistin görevi, hem kendi toplumunun hem de diğer toplumlardaki fikirlerin hem içinde hem dışında olarak “huzursuzluk” yaratmaktır.
Mimesis İkinci Dünya Savaşı sonrasından bu yana genel hümanistik pratiğin en önemli örneği olduğundan, Said bu eseri incelemeyi faydalı bulur. Önemli eserler alıntılanarak, incelenir; yazarın retorik üslubundan yola çıkılarak yaşanan dönemin sosyo-politik sorunları ele alınır. Filoloji, Auerbach için sadece dil ve tarih araştırması yapan bir bilim değil; her türün, derinlemesine incelenmesini gerektiren alandır. Auerbach’ın metodolojisi hümanist bir metni anlayabilmek için ona yazarın gözüyle bakılmasını gerektirir. Böylece filolojinin ayırt edici bir niteliği olan sempati ve bilgi birikimi ile düşünme yöntemi sağlanır (s.119). Mimesis, Avrupa edebiyatının onaylanmasının ve doğru olarak anlaşıldığında karşı-akımların, ironilerin ve çelişkilerin barındığı bir eserdir. Auerbach’ın kişisel eleştirileri, araştırmaları veya incelemeleri gibi görünse de “tarihsel dünyanın edebi temsillerini etüt eden insan aklının, bunu ancak bir yazar gibi yapabileceğini göstermiştir” (s.152). Bu nedenle Said’e göre Mimesis, hümanist pratiğin en önemli eseridir. Said asıl demokratik eleştirisini entelektüelin kim olduğunu açıklayarak yapar ve kamusal entelektüele olan ilgi üzerinde durur. Ona göre, entelektüelin kamusal alanda olan bitene karşı eleştirisinin naif bir dille yazılmış/dile getirilmiş olması durumu sorunludur. Çünkü entelektüelin görevi, var olanla yetinmeyip, okurlarının bilincine seslenmeyi hedeflemektir. Yazar ve entelektüelin neden “birbirlerine ait” olduklarını göstermek için 20. yüzyıl yazarının “iktidara doğruları anlatmak, zulümlere ve ıstıraplara tanıklık etmek ve otoriteyle çatışmada muhalif bir ses” (s.164) oluşturarak, entelektüelin görevini üstlenmiş olduğunu belirtir. Bu nedenle yazar ve entelektüel ayrımı kaldırılmalıdır. Çünkü onlar kamusal alanın sorunlarını birlikte değerlendirip, yorumlayabilirler.
Entelektüel, muhalif yönüyle, karanlığı aydınlatarak, topluma verilmiş olan “üç maymun” rolünü ortadan kaldırmakla yükümlüdür. Bu mücadelenin mümkün olması için öncelikle geçmişin yok oluşuna karşı önlem almak, daha sonra da entelektüel emek sonucu ortak yaşam alanı oluşturmakla mümkündür. Böylece hem kavranılamaz olan kavranılır hem de sorunu çözümlemek mümkün olur. Edward Said, Hümanizm ve Demokratik Eleştiri’de hümanizmin ne olduğunu açıklamayı amaçlamaz. Said, eleştiriden yola çıkarak entelektüelin ancak eleştiri yoluyla kamusal bir rol kazanabileceğini söyler. Bu durumda söyleyecek sözleri olan entelektüeller dil yardımıyla toplumsal sorunlar hakkında bilinçlenmeyi sağlar. Bu kitap “hümanizm nedir?” sorusuna yanıt vermekle kalmaz; hümanizmin “aslında ne olduğunu”, hümanizmin neyle ilgilenmesi gerektiğini, hümanistin kim olduğunu, nasıl olduğunu ve ne yapması gerektiğini hümanist bir dille aydınlatır ve demokratik bir eleştiri ortaya koyar.
Edward
Said
Hümanizm ve Demokratik Eleştiri
Türkçesi: Osman Akınhay
İstanbul: Agora Kitaplığı, 2005
188s.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder