Malum, herkesin
aklının uyutulmaya çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz. Bu nedenle, bu noktada
18. yüzyılın sonlarına gidip ne değişti/değişmedi sorusunu sormak istiyorum. Bu
soruyu dönemin ünlü ressamı Francisco de Goya’nın tanıklığında yapmak
istiyorum. Bunun iki sebebi var: Birincisi yakın zamanda Pera Müzesi’nde “Goya:
Zamanın Tanığı” sergisini gezmiş olmam. İkincisi Milos Forman’ın yönettiği
Goya’nın Hayaletleri (2006) filminin üzerimde yarattığı etki. Film de sergi de
Goya’yı anlatmıyor. İkisi de devleti, dini, sözde demokrasi ve özgürlük
kavramını, devletin ve dinin kadına bakış açısını ortaya koymaktan geri
kalmıyor. Yani film de sergi de Goya’nın yaşadığı tarihsel bağlamı anlatıyor;
ondan çok resmettiklerine dair.
18. Yüzyılın son
on yılı İspanya Engizisyon’u insanlar “yoldan çıkmasın” diye kurallara bir ayar
çekiyorlar. Kendi aralarında insanları Yahudi/Hıristiyan/Protestan diye
“fişleyip”, “yola gelmelerini” sağlıyorlar. Bunu nasıl mı yapıyorlar? Domuz eti
yemeyenlerin Yahudi olabileceğini, işerken cinsel organını kapatanın sünnetli
olabileceğini ya da Voltaire okuyanın dinsiz olacağını düşünerek. Aaa, ama
bütün bunları biz bugün de yaşıyoruz! Okuduğu kitaplar, taktığı puşiler, oynadığı
halaylar nedeniyle “fişlenip”, sorgusuz sualsiz cezalandırılanlardan değil mi
bunlar? Hay Allah, üzerinden üç yüz yıl geçmiş pek bir şey değişmemiş!
Sonra devam
ediyorum sergiyi gezmeye/filmi izlemeye. İspanyol iç savaşı ile ilgili
çizimler/ sahneler geliyor gözümün önüne. Bakıyorum sahnede Napolyon! Neyi
savunuyor? Özgürlüğü ve demokrasiyi. Oldu, şimdi içim açıldı diyorum –ki
sahneye yine kan ve ölüm hâkim oluyor. Aklıma özgürlük vaadiyle yola çıkan
insanlar geliyor. Arap Baharı geliyor. Yine çok uzak kalmadığımı anlıyorum
bugünden. Bugün demişken aklıma “ileri demokrasi” geliyor. Yine aynı noktaya
geldiğimi görüyorum ve gezmeye devam ediyorum.
Sonra bir resmin
önüne geliyorum. Resimler hemen hemen aynı;
kadın tablonun birinde nü (naked maja), diğerinde giyinik (clothed
maja). Şöyle bir bakıyorum, sanat tarihinde sadece Goya’nın bu eseri için
gerçekleşmiş bir durummuş, birkaç magazin haberi dışında başka bir şey yok
bununla ilgili. Bense bunu günümüzle bağdaştırıyorum. Geçmiş yıllarda bir mayo
firmasının afişleri hacı adaylarını kızdırmıştı da üzeri örtülmüştü. Durumu
ironik şekilde bununla ilişkilendiriyorum. Malum kadınlar her dönemde
aşağılanan, ezilen, sömürülen, “şeytanlaştırılan” varlıklar olmuşlar. Bu durumu
da buna bağlıyorum. Engizisyon mahkemesinin suçlu kadınlar cezalandırılırken
sırf kadın olmalarından dolayı iki kat cezaya çarptırıldıklarını okuyorum. O
dönemde, kadınlar “lanetlenmiş”, cadılarla, büyücülerle özdeşleştirilmiş.
Şimdiye bakıyorum: Kadın “kadınlığını bildiği sürece”, “evinin meleği”! Ama yok “elinin hamuruyla” “erkek işi”ne
karışacaksa, onun “cadı” olduğunu göstermenin belli yolları yok değil;
cezalandırma sürelerinde de pek bir değişiklik olduğu söylenemez –malum, hukuk
hâlâ erkek akılla işliyor.
Goya’nın da
dediği gibi: “Aklın terk ettiği düş gücü olanaksız, işe yaramaz düşünceler
yaratır.” Ne yazık ki bugün bu işe yaramaz düşüncelerle muhatap oluyoruz.
“Akıldan kurtulmuş uykunun” çizdiği karanlık yolda debelenip duruyoruz. Dün
bugüne çok yabancı görünmese de bugünün akıbetini dünden kurtarmak gerekiyor.
Ama nasıl? Aklın uyumaması dileğiyle…
* Aklın uykusu
canavarlar üretir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder