5 Ekim 2012 Cuma

El sueno de la razon produce monstruos*




Malum, herkesin aklının uyutulmaya çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz. Bu nedenle, bu noktada 18. yüzyılın sonlarına gidip ne değişti/değişmedi sorusunu sormak istiyorum. Bu soruyu dönemin ünlü ressamı Francisco de Goya’nın tanıklığında yapmak istiyorum. Bunun iki sebebi var: Birincisi yakın zamanda Pera Müzesi’nde “Goya: Zamanın Tanığı” sergisini gezmiş olmam. İkincisi Milos Forman’ın yönettiği Goya’nın Hayaletleri (2006) filminin üzerimde yarattığı etki. Film de sergi de Goya’yı anlatmıyor. İkisi de devleti, dini, sözde demokrasi ve özgürlük kavramını, devletin ve dinin kadına bakış açısını ortaya koymaktan geri kalmıyor. Yani film de sergi de Goya’nın yaşadığı tarihsel bağlamı anlatıyor; ondan çok resmettiklerine dair.

18. Yüzyılın son on yılı İspanya Engizisyon’u insanlar “yoldan çıkmasın” diye kurallara bir ayar çekiyorlar. Kendi aralarında insanları Yahudi/Hıristiyan/Protestan diye “fişleyip”, “yola gelmelerini” sağlıyorlar. Bunu nasıl mı yapıyorlar? Domuz eti yemeyenlerin Yahudi olabileceğini, işerken cinsel organını kapatanın sünnetli olabileceğini ya da Voltaire okuyanın dinsiz olacağını düşünerek. Aaa, ama bütün bunları biz bugün de yaşıyoruz! Okuduğu kitaplar, taktığı puşiler, oynadığı halaylar nedeniyle “fişlenip”, sorgusuz sualsiz cezalandırılanlardan değil mi bunlar? Hay Allah, üzerinden üç yüz yıl geçmiş pek bir şey değişmemiş! 

Sonra devam ediyorum sergiyi gezmeye/filmi izlemeye. İspanyol iç savaşı ile ilgili çizimler/ sahneler geliyor gözümün önüne. Bakıyorum sahnede Napolyon! Neyi savunuyor? Özgürlüğü ve demokrasiyi. Oldu, şimdi içim açıldı diyorum –ki sahneye yine kan ve ölüm hâkim oluyor. Aklıma özgürlük vaadiyle yola çıkan insanlar geliyor. Arap Baharı geliyor. Yine çok uzak kalmadığımı anlıyorum bugünden. Bugün demişken aklıma “ileri demokrasi” geliyor. Yine aynı noktaya geldiğimi görüyorum ve gezmeye devam ediyorum. 

Sonra bir resmin önüne geliyorum. Resimler hemen hemen aynı;  kadın tablonun birinde nü (naked maja), diğerinde giyinik (clothed maja). Şöyle bir bakıyorum, sanat tarihinde sadece Goya’nın bu eseri için gerçekleşmiş bir durummuş, birkaç magazin haberi dışında başka bir şey yok bununla ilgili. Bense bunu günümüzle bağdaştırıyorum. Geçmiş yıllarda bir mayo firmasının afişleri hacı adaylarını kızdırmıştı da üzeri örtülmüştü. Durumu ironik şekilde bununla ilişkilendiriyorum. Malum kadınlar her dönemde aşağılanan, ezilen, sömürülen, “şeytanlaştırılan” varlıklar olmuşlar. Bu durumu da buna bağlıyorum. Engizisyon mahkemesinin suçlu kadınlar cezalandırılırken sırf kadın olmalarından dolayı iki kat cezaya çarptırıldıklarını okuyorum. O dönemde, kadınlar “lanetlenmiş”, cadılarla, büyücülerle özdeşleştirilmiş. Şimdiye bakıyorum: Kadın “kadınlığını bildiği sürece”, “evinin meleği”!  Ama yok “elinin hamuruyla” “erkek işi”ne karışacaksa, onun “cadı” olduğunu göstermenin belli yolları yok değil; cezalandırma sürelerinde de pek bir değişiklik olduğu söylenemez –malum, hukuk hâlâ erkek akılla işliyor.

Goya’nın da dediği gibi: “Aklın terk ettiği düş gücü olanaksız, işe yaramaz düşünceler yaratır.” Ne yazık ki bugün bu işe yaramaz düşüncelerle muhatap oluyoruz. “Akıldan kurtulmuş uykunun” çizdiği karanlık yolda debelenip duruyoruz. Dün bugüne çok yabancı görünmese de bugünün akıbetini dünden kurtarmak gerekiyor. Ama nasıl? Aklın uyumaması dileğiyle…

* Aklın uykusu canavarlar üretir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder