Küçük yaşta kız çocuğuna giydirilen pembe kıyafetler onun “kadın”
olacağının, eline verilen oyuncak bebek ise onun “anne” olacağının
işaretini taşır. Henüz küçüklükten kodlanmaya başlar; daha sonraki
rolleri için hazır edilir. Anne olacağı için eline bir oyuncak bebek
tutuşturulur. Ev emeğine sıkıştırılacağı için bir oyuncak mutfak seti
edinilir. Son olarak –kız çocuğu, rolüne daha kolay alışabilsin diye-
bol bol “evcilik” oynanır. Tüm bunların yanında bir de içinde güzel
güzel kızların geçtiği masallar anlatılır: Pamuk Prenses,Külkedisi, Sindirella… Film de bundan sonra başlar!
Bir yandan kadının cinsel rollerinin nasıl örüldüğünü öte yandan
kadının nasıl bağımlılaştırıldığını anlatılmaya başlanır. Ama öyle açık
açık değil! İnceden inceden… Her bir satır, sözcüklerin ve metaforların
ardına saklanarak ilmek ilmek örülür. Önce Pamuk Prenses’in
bakire olduğu öğrenilir. Sonra ona çok cici (!) yaklaşan cücelerin
aslında iğdiş edilmiş olmalarından duydukları üzüntü içleri burkar. Pamuk Prenses cam
bir tabuta konulur. Evet, güzel olmasına güzeldir ama bu güzelliğin bir
şekilde korunması gerekir. Sonuçta o da bir kadındır. Hem güzel hem de
bakire olması “gerekir”. Sonrası malum: Prens gelir. Cam tabutu açar. Bu
durum da “gerdek” denilen şeyden başka bir şey değil. (Çocuk kitabı
değil miydi bu?) “Mutlu son” ile biten sahne hep aynıdır. Prenses,
Prens’in elinden tutar ve mutlu bir yuvanın hayali ile parmak uçlarında
ilerler. Masal burada sona erer. Masalı okuyan kız çocuğu da henüz
hiçbir şey bilmeden her şeyi öğrenmiş olur.
Masumane sözcüklerin pornografik özellik taşıması boşuna değildir.
Masallar bir kız çocuğuna açık açık “öğretilemeyecek” kodların
anlatılmasında yardımcı olur. Kız çocuğu büyüme yolunda sevdiği erkeği
bekler ve kendi “cam tabutunu”/ “kızlık zarını” korumaya başlar. Bu
başlangıç artık onun “kutsal görevi” sayılır. Masalın anlatıcısı da,
masalı anlatarak “görevini bitirmiştir”. Bundan sonra her şey Prenses’in
ya da artık hikâyeyi okumuş olan kız çocuğunun elindedir (!) Peki,
gerçekten öyle midir?
2003 yılında Mardin’de N.Ç. adlı bir kız çocuğu henüz on üç
yaşındayken para karşılığı erkeklere pazarlandı. Farklı iş kollarından
26 kişi para karşılığı bu kız çocuğu ile beraber oldu. Olay ortaya
çıktığında N.Ç. ona yapılanlardan dolayı oturamıyordu bile. En sonunda
N.Ç’nin bu 26 kişinin yanına “isteyerek” gittiğine karar verildi. Daha
sonra bu durum Adli Tıp raporları ile “doğrulandı”. Oysa N.Ç. bilmeliydi
ki; bu masal bize daha önce yüce anlatıcı tarafından anlatılmıştı ve
cam tabutu korumak onun “göreviydi”. Cam tabutu bir ya da 26 kişinin
“kırmış” olması bu olayda da görüldüğü gibi anlatıcının sorumluluğunda
değildi. Demek ki N.Ç. bunu “isteyerek” yapmış sayılabilirdi. Bir
sonraki “N.Ç. vakası” da kimsenin sorumluluğunda olmayabilirdi. Çünkü
masal onlara çoktan anlatılmıştı.
Geçen haziran ayında, Sakarya’da aynı durum tekrar etti. Ö.C., 34
kişinin cinsel istismar ve tecavüzüne uğradı. Öyle ya, N.Ç.’ye de
Ö.C.’ye de masal çoktan anlatılmıştı. İkisi de birer kız çocuğu değil;
kadındı. Küçük yaşta ellerine tutuşturulan bebekler, oynanılan oyunlar,
anlatılan masallar… Hiç biri boşuna değildi. Önceden her şey bir bir
gösterilmişti –ki yeri geldiğinde “gereken” yapılabilsin/ “cam tabut”
korunsun diye (!)
Ne yazık ki, hiçbir son masallardaki gibi bitmiyor. (Zaten Pamuk
Prenses’in de sonunun mutlu olduğunu kim söyleyebilir?) Birçok masal
toplumsal cinsiyetin biçtiği rollerden başka bir şey öğretmezken, asıl
yaşananlar toplumsal cinsiyetin içine işleyen erkek aklı gözler önüne
seriyor. Karar erkek akıldan çıkınca N.Ç. –masalı okuduğu varsayılarak-
“rızasıyla” ilişkiye girmiş oluyor. Ö.C. ise korkuyor. Erkek akıldan
korkuyor.
http://kulturlukedi.wordpress.com/2012/09/17/icten-gelenler-masallar-bize-ne-yapar/
http://kulturlukedi.wordpress.com/2012/09/17/icten-gelenler-masallar-bize-ne-yapar/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder