2 Aralık 2012 Pazar

Pan'ın Labirenti

Ursula K. Le Guin’in yazdığı bilim-kurgu anlatıların çok önemli bir özelliği vardır: İnsani olmaları. Le Guin’in romanlarında/öykülerinde olağanüstü durumlara ya da yaratıklara rastlayamazsınız. Mevcut durumun eleştirisini gerçekler üzerinden değil de metaforlar üzerinden yaptığını görürsünüz. Hayalle gerçeği iç içe sunan anlatılarında okunan her şeyden bir metafor çıkarma gereği hissedersiniz. Çünkü Le Guin, gerçeği tüm açıklığıyla hayal dünyasının içinde sunar. Size yapılan gözbağı büyüsünden kurtulmanın yolunun büyülü gerçeklikten geçtiğini kulağınıza fısıldar.

Bu “kocakarı”yla konuşanlar Pan’ın Labirenti’ndeki büyülü gerçekliği hemen fark ederler. Hayal mi gerçek mi ikilemiyle uğraşmak yerine anlatının gerçekliğinin büyüsüne kapılmayı yeğlerler. Mercedes’le gerçeği, Ofelia ile hayal dünyasını yaşayarak, olan biteni anlamak isterler; anlarlar da… Çünkü bilirler ki hayal ya da gerçek de olsa anlatılmak istenen aynı şeydir.

Film geriye doğru akarak, bir hikâye ile başlar: Yeraltı kralının kızı kendi dünyasında acı ve yalana yer olmadığı halde insanlığın hayalini kurmadan edemezmiş. Bu nedenle bir gün muhafızların elinden kaçmış ve insanlığın dünyasına çıkmış. Fakat güneş prensesin gözlerini kör etmiş ve hafızası silinmiş. Acıdan ve hastalıklardan bitap düşen prenses daha fazla dayanamamış ve ölmüş. Kral ise kızının başka bir zamanda ve bedende geri geleceğine inanmış. Bu hikâye filmin bütününü kaplar. Ofelia okuduğu onca kitabın etkisinde kalarak bunları hayal eden bir şizofren midir yoksa bu olup bitenler gerçek midir sorusunun cevabını verir. Picasso’nun Guernica’sını hatırlatan Guillermo del Toro filmi, iç savaş sonrası İspanya’da Navvara’nın kuzeyinde dağlık bölgelerde devam eden asker-gerilla çatışmalarının etkileri üzerine şekillenir. Film Ofelia’nın gözünden büyülü gerçeklik olarak ve Mercedes’in gözünden gerçekliğin kendisi olarak iki ayrı yönden akar.

Ofelia üvey babası faşist komutan Vidal’i sevmez. Çünkü onun faşist ideolojisinin –çocukça da olsa- farkındadır. Annesi Carmen ise “erkek çocuk taşıyıcısı” olarak Vidal’in iktidarının bir parçası haline gelmiştir. Ofelia’nın yalnızlığı onu hayal dünyasına bir adım daha yaklaştırmıştır. Komutan Vidal’in yanına gelmeleri ile birlikte periler, Pan, canavarlar; kısaca Ofelia’ın hayal gücünün ürünleri gün yüzüne çıkarlar. Ofelia yeraltı krallığının masalındaki prensesin kendi olduğuna inanır ve oraya geri dönebilmek için Pan’ın isteklerini gerçekleştirmeye başlar. Önce içi çürümüş incir ağacının içindeki açgözlü kurbağanın yuttuğu anahtarı alır, sonra da yeraltı canavarının olduğu yerden hançeri. Her ne kadar yeraltı canavarının masasındaki yiyeceklerin güzelliğine kapılarak iki perinin ölümüne sebep olsa da hançeri Pan’a götürür.

Mercedes de Komutan Vidal’i sevmez –hatta ondan nefret eder. Vidal’in çiftliğinin kâhyası olması isyancı birliklerde yer alan kardeşine yardım edebilmesinin tek yoludur. Bu nedenle Vidal’in içi çürümüş faşist ideolojisine (tiksinerek) boyun eğmek zorundadır. Mercedes gerçekliğin tam ortasındadır. Mercedes’te iki nesne oldukça çarpıcıdır; kilerin anahtarı ve bıçak. Mercedes anahtarı faşizm tarafından beslenen açgözlü burjuvaziyi yok etmek için; yani isyancı birliklere yardım etmek için kullanır. Ofelia’nın dünyasındaki yeraltı canavarı Vidal’in kendisidir. Mercedes onun sunduklarından vazgeçemediği için iki kişi Vidal tarafından canice öldürülür. Faşist ideolojinin erkek egemen toplum saplantısı Vidal’in Mercedes’i aşağılamasıyla (“O, sadece bir kadın.”) bir kez daha sahneye çıkar. Mercedes, “sadece bir kadın” olarak, bıçağını faşizmi/Vidal’i yok etmek için kullanacaktır.

Filmin sonunda Ofelia ölse de bu aslında umudun hikâyesidir. Pan’ın Ofelia’dan istediği son şey Vidal’in iktidarının sürekliliğini sağlayacak oğludur. Ofelia kardeşinin kanının akmasını kabul etmez. Çünkü Mercedes gibi o da masumiyetini ve saflığını kaybeden dünyanın (huzursuzluk içindeki İspanya’nın) kötülüğünden kurtulmanın yolunun kan akıtmaktan geçmediğini bilir. Bu nedenle kapalı kilitler yüzünden umutsuzluğa kapılmak yerine kendi kapılarını yaratır. Kendi kanının akmasına razı olur ve kendini yeraltı krallığında bulur. Artık Ofelia’nın yaşadıklarının gerçekliğini sorgulamak önemli değildir. Önemli olan devrimcilerin faşizmi durdurmayı başarmış olmaları ve Ofelia’nın yüzündeki tebessümdür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder