Okumak, okura çoğu kez
yeni birileriyle/hayatlarla tanışma fırsatı verir. Karakterlerin başından
geçenler; inişli çıkışlı olaylar, acılar ya da hüzünler, sevinçler ya da
mutluluklar okuru oradan oraya sürüklerken sanki yeni bir hayatı
öğreniyormuşçasına okura tecrübe kazandırır. Karakterlerin başından geçen iyi
şeyleri okuyan/deneyimleyen okur, romanın kahramanıyla birlikte bulutların
üzerinde gezer durur. Kahramanın başından geçen kötü olayları
okurken/deneyimlerken ise okuduğu karakterlerin ruh hâline bürünüp yaşananların
başından geçtiğini düşünerek aynı acıyı yaşar. Aynı nedenle kitaplar
kategorilenir; aşk romanı, tarihî roman, gerilim romanı vs. diye… Bunlardan en
kolay olanı aşk romanlarını okumaktır. Romanın kahramanı ama acılı ama mutlu
bir sevda peşine düşerken kahraman da onun acısıyla acılanır onun sevinciyle
neşelenir durur. Ama sonuçta –Anna
Karenina’yı, Madam Bovary’i ve
diğer aşk klasiklerini bir kenarda tutarak- “aşk romanı işte” denir, geçilir. Söz
konusu bir gerilim romanı olduğunda okurun baştan karar vermesi gerekir: Bu bir
gerilim romanıdır ve okura vadettiği tek şey şüphedir. Şüphe, bilinçaltı ile
yoğrulup psikolojik-gerilim romanı hâline geldiğinde ise okurun kendi benliğine
inmesi ve kitabın sayfalarını çevirirken tırnaklarını yemeye başlaması
kaçınılmaz olur.
Sığınak, daha ilk sayfadan tırnakları yedirmeye
başlayan, sonraki sayfada ne olduğunu merak ettiren ve başkahramanın hayatı
sayfalarda akarken “Onun yerinde ben olsaydım?” sorusunu sorduran psikolojik-gerilim
romanlarından biri. Diğerlerinden farkı ise okura gözetlettiği kişinin,
mütecavizi tarafından psikolojik şiddet görmüş bir kadın olması. Kitabın
yazarının klinik psikolog bir kadın olması ise romanın başkahramanı olan
psikolog Stella’nın duygularının kadın bakış açısından aktarılmasını sağlıyor.
Lawrence Simpson, erkek
egemen dünyanın içinde “kadınları aşağılamayı tarz edinmiş”tir. Eski eşi ile
yaşadığı sorunlardan dolayı velayet davasını kazanmak için çabalamış ve bunun
için her türlü “pisliği” göze almıştır. Gözünü kırpmadan eski eşine işkenceler
yapan ve -yasalardaki açıklar nedeniyle- tehditlerinden dolayı tek bir ceza
almadan elini kolunu sallayarak insanların arasına karışan sapık ruhlu bir
psikopattır. Rutin bir hayatın içinde kariyerine odaklanan Stella’nın hayatı,
Lawrence’ın kendini dünyanın merkezinde hissetme güdüsü ile ona tecavüz
etmesinin ardından değişir. Stella, profesyonel kimliğini kaybetme korkusuyla
bu durumu kabul eder. Kliniğin sahibi Max de, kliniğin adının kötü anılmaması
için bu durumu –seve seve- destekler. Stella’nın –her gerilim romanının olmazsa
olmazı- polis/dedektif arkadaşı Roger bu durumu kabullenmek zorunda kalır.
Stella yaşadıklarının yarattığı psikoloji ile evden dışarı çıkamayan bir
paranoyak hâline gelir. Her an Lawrence ile karşılaşacağı korkusuyla yaşayan
kadın, evini hem sarayı hem zindanı olarak gören bir agorafobiğe dönüşür.
Stella korkularıyla
yüzleşmeden korku içinde yaşamaya devam ederken ona umut veren tek şey platonik
hisler beslediği Max ile evlenmesi olmuştur. Aldığı anti-depresanlar ve
sakinleştiriciler sayesinde hayal âleminde yaşayan Stella, Blue ile
tanıştığında gerçekleri görmeye başlar. Blue’nun gelişi başlangıçta onu
rahatsız eder. Çünkü yaşadıkları, “öngörülemeyen birinin varlığına” tahammül
edemeyecek hâle getirmiştir onu. Ancak bu sarı saçlı, mavi gözlü, güven duygusu
uyandırmasa da şefkate ihtiyacı olduğu hissedilen kız, görmek istemediği
gerçekleri gün yüzüne çıkarır. Her gerilim romanı gibi bir sonraki sayfada ne
olacağını merak ettirmenin yanı sıra zamanlararası geçişleriyle okuru
heyecanlandıran roman, biterken okuru soru işaretleriyle baş başa bırakıyor.
Yazar, okuru merakta bırakıp kalemi öylece bırakıp gidiyor gibi görünse de,
okura “Blue’ya ne olacak?” sorusunun yanıtını aratacak bir seriye göz kırparak
sözlerine son veriyor.
Her gün karşılaştığımız
kadına psikolojik şiddet (taciz, tecavüz, …) olaylarını bu psikolojik-gerilim
roman aracılığıyla tekrar hatırlatan Lewis, kimi zaman böyle durumlarda ne
yapılması/yapılmaması gerektiğini örtük olarak hatırlatıyor. Stella, bir
psikolog olmasına rağmen ondan çoğu kez yardım alanların aksine mütecavizini
ele vermek yerine kendini, sığınağı addettiği (Max’ın) evine kapatmayı tercih ediyor.
Oysa Roger’in yol göstermeleri ve Blue’nun içinde yarattığı hislerle bu durumda
Lawrence kadar Max’ın da suçlu olduğunu anlayıp, aldığı ilaçlardan bağımsız bir
zihinle suçluların ceza alması gerektiğini hatırlıyor. Sığınak, kadına psikolojik şiddeti feminist bir bakış açısıyla
anlatmaktan çok, duruma sadece bir psikolog gözüyle bakıp yapılması/yapılmaması
gerekenleri Stella’nın yaşadıkları üzerinden aktarıyor. Stella’yı kendi karar
mekanizmasını üretemeyen, yanındaki erkeklerin (Max ve Roger) sözleriyle
hareket eden aciz bir konuma yerleştirerek erkek aklı güzellese de, tecavüzün
bir kadının hayatında yarattığı travmaları bir kez daha irdeleyip, bu durumu
saklamanın anlamsız olduğunu ve kimseyi çözüme ulaştırmadığını naif bir dille
göz önüne seriyor.
Sığınak
S. L. Lewis
çev: Ceren Şanlıdağ
Kahve Yayınları
2013, 256 sayfa
çev: Ceren Şanlıdağ
Kahve Yayınları
2013, 256 sayfa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder