O ilk nefesi almaya başladığı anda bir
yolculuğa çıkar insan. Bu yolculuğun bir rutine bağlanıp fasit bir döngü içinde
sona ulaşması da, bir serüvene dönüşmesi de yolculuğu gerçekleştirene bağlıdır.
Ona sunulanlara boyun eğip ya da ona sunulanlarla yetinip kendini yormadan
hayata devam etmek bir yolculuktur, evet. Ama kendisine sunulanı sorgulayıp
didiklemek, başkaldırmak, doğru ya da yanlış yollara sapmak ve hayatın ona
sunulmuş bir hediye paketi olmadığını bilip hayatta “ben” olarak kendini var etmeye
çalışmak… İşte bu, serüvenin ta kendisidir.
Gora da bir büyüme
serüveni… Romanın kahramanı Gora’nın başından geçenleri, ülkesine olan
bağlılığını, doğru zannettiklerini, üzerinde direttiklerini, önyargılarını,
zaman içinde fikirlerinin değişmesini, aşkının yüceliğini, hatalarını
görebilmesini ve kendine yeni bir yol çizip kendisi olmaya çalışmasını anlatan
bir serüven. Yani bu sıradan bir hikâye değil, zaten Gora da dostu Binoy’un
dediği gibi “öyle sıradan bir adam değil”. Onu var eden yazarın, Tagore’un, bir
roman kahramanı olarak kâğıda yansıması da denilebilir. Öyleyse Gora’nın
yaşadığı her anın, attığı her adımın, dönüşümünün ve düşüncelerinin Tagore’un
hayat felsefesini yansıttığını söylemek yanlış olmaz.
Tagore, içinde yaşadığı toplumun inandığı Hinduizm’e,
kast sistemine ve sistemin içinde bulunduğu emperyalizme karşıdır. Hindu
dininde reform yapılması gerektiğini savunan Brahma inancına mensup olduğu için
de birçok saldırıya maruz kalır. Buna rağmen kendini geleneklerden kurtarır ve
Hindistan’daki inanç ve eğitim sisteminin, geleneklerin, kuralların
değiştirilmesi gerektiğini savunur. Gora başlangıçta temelsiz bir dindarlıkla
ve gençlik ateşiyle içinde oluşan milliyetçilikle, delikanlılığının verdiği
öfkeyle her ne kadar Tagore’un karşısında duruyorsa da sonrasında –neredeyse-
ona dönüşüp, onda vücut bulur.
Hint Vatanseverler Birliği’nin Başkanı
Gormuhan –ya da Binoy’un deyişiyle kısaca Gora- başkalarına faydalı olmayı
amaçlayan, şerefli bir mücadele vermeye çalışan ve Hinduizm’e körü körüne bağlı
olmasına rağmen –diğerlerinin aksine- Batı hayranlığına tepkili olmasıyla ön
plana çıkar. İngilizlere ve polislere karşı halkı savunduğu için de tutuklanır.
Dostu Binoy, Brahma dinine mensup Pareş Babu’nun kızı Lolita ile evlendiği ve kast
sisteminin gerektirdiğinin aksine aile denkliğini önemsemediği için Gora, düğün
törenlerine katılmaz. Hapisten çıktıktan sonra kirlerinden arınmak için yapılan
Ganj’da yıkanma töreni, babasının hastalığının haberini almasıyla yarım kalır. Ölüm
döşeğindeki babası Gora’ya kendi oğlu olmadığını, İngiliz ordusunda görevli
İrlandalı bir askerden hamile kalan ve doğumda ölen bir kadının çocuğu olduğunu
söyler.
Öğrendiği gerçek Gora için bir dönüm
noktasıdır. Sıkı sıkıya bağlı olduğu kastı, körü körüne inandığı dini,
savunduğu inançları, var etmeye çalıştığı değerleri… Hepsi sarsılır; yerle bir
olur. Bildiği ve inandığı her şeyi sorgulamaya başlaması, Gora’nın dönüşümünü
başlatan adım olur. Çok önceden Suşarita’ya karşı derin duygular beslese de inandığı
değerlere yani kast sistemine karşı gelmemek için kendini bastırmaya çalışmıştır.
Fakat gerçek sandıklarının temelsiz olduğunu anladığında Suşarita’ya olan
aşkını gizlemekten vazgeçer. Dönüşümü gerçekleştiren asıl şey ise Pareş
Babu’nun evlatlığı Suşarita’ya olan aşkını açıklaması olur. Çünkü bu sayede
içinde yaşadığı topluma/dünyaya bambaşka bir gözle bakmaya başlar. Suşarita belki
de onun karanlığını aydınlatan bir ışıktır.
Bu açılma/aydınlanma, Gora’nın kendi olma
cesaretini göstermesini ve görmediği, göremediği ya da görmek istemediği
gerçeklerle yüzleşmesini sağlar. Şuşarita ve Suşarita’ya olan aşkı sayesinde
kadınların Hindu toplumunda yerinin olmadığını görür ve bu konuda mücadele
etmeye başlar. Bunun yanı sıra Hindistan’ın İngiliz sömürgesi olmaktan
kurtulmasını hedefler; Hindu, Hıristiyan ve Müslümanların bir arada barış
içinde yaşayacağı bir gelecek tahayyülü için kafa yorar.
Hindistan’ın kast sistemi -her ne kadar bu
sistemi oluşturanlar/savunanlar bir merdivene benzetse de- aslında bir çıkmaz
sokaktır. Farklı kastların birbiriyle iletişimini sınırlayan, insanları
sınıflandıran, ayrımcılığı harlayan, insanları keskin çizgilerle ayıran bu
sistemin içinde yaşayan Gora, belki öğrendikçe belki büyüdükçe belki de bu
keskin çizgilerin gereksizliğini anladıkça onun için hayat daha anlamlı hale
gelir. Eskiden inandığı, güvendiği, değer verdiği her şey yıkılırken; yeni
doğruları ve aşkı Suşarita ile daha sağlam bir yoldan daha sağlam adımlarla
devam etmeyi tercih eder. Her şeye rağmen onurlu bir mücadele vermekten ve bu
yolda dik durmaktan asla vazgeçmez.
Rabindranath Tagore
Gora
İstanbul: Kapı Yayınları, 2013
519 s.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder