
Juliet Mitchell Kadınlar: En Uzun Devrim adlı makale-kitabında öncelikle kadınların sosyalist teorideki yerini belirler. Marx’ın “kadın ilerlemesinin aslında insanlığın ilerlemesi olduğu” (s.6) düşüncesiyle başlayarak sosyalist teorinin kadının ezilmişliğine olan ilgisini analiz eder. Marx’ın teorisinde asıl konu “aile” kavramına doğru kayar ve hem ailenin hem de kadının ortak noktası ekonomi ve mülkiyet analizinde birleşir. Engels baskı altına alınmasını anaerkillikten ataerkilliğe geçiş süreciyle bağdaştırır. Kadın kurtuluşunun kadının “çalışması” ile mümkün olacağını belirtir. Marx da Engels de analizlerinde kadını ikinci plana iterek ekonomi açısından değerlendirmiş ve sorunu açıklığa kavuşturamamışlardır. August Bebel, onlardan farklı olarak kadının annelik işlevinin ekonomik olarak bağımlı kılınmasına sebep olduğunu söyler, fakat sosyalizm olmadan kadın-erkek eşitsizliğinin ortadan kalkmayacağı düşünür. Lenin bu durumun kadınların günlük hayatta yer edinebilmesi ile somutlaşabileceğini dile getirir, Fakat sosyalist teoride kadın kurtuluşuna tam bir çözüm getirilemez. De Beauvoir’de somut bir çözüm (kadının mülkiyet sistemi ile ilişkisi) sunmaya çalışır, Fakat bir ekonomist gibi düşünmenin ötesine geçemez. Kate Millett patriyarka (erkeğin iktidarını sağlayan cinsel politika) teorisini ortaya koyar. Millett patriyarkanın nasıl işlediği konusunu aydınlatır, bu çabasını bir “sınıf sistemiyle” ilişkilendirerek feminizm lehine geliştirir. Firestone’un feminist teorisi ise cinsiyetler arası eşitsizliği ortadan kaldırmak için gerekli bir ekolojik devrimi savunur, teorisinin dayanaklarının tarihsel bir bağlamı olmadığından çözüm için yetersiz görünür. Mitchell buradan şu sonuca ulaşır: Radikal feministlerle sosyalistlerin ortaya attığı teoriler kendi başına yetersizdir. Bu sebeple yapılması gereken bu iki teoriyi birbirleri içinde geliştirmektir. Bu da ancak -Mitchell’in deyişiyle- feminist sorulara Marxist cevaplar vermekle mümkündür. Bu cevapların aranması gereken yerde kadının ezilmişliğinin ortaya çıktığı yapılar olacaktır.
Bu yapılar: üretim, yeniden üretim,
cinsellik ve çocukların toplumsallaştırılması. Yukarıda belirtilen, kadının fiziksel yetersizliği nedeniyle
ezilmiş olduğu düşüncesi, konuyu basite indirgemektir. Çünkü tarihte bunun
aksini ispatlayan ve kadının fiziksel yapısının onu üretkenliğin dışına itmediği,
hatta onu “çalışmanın kölesi” yaptığı durumlar vardır. Sanayileşmeyle birlikte kadın, iş-gücünün
bir parçası haline gelse de bu onun ezilmişliğini ortadan kaldırabilecek bir etken olmaz.
Kadının yeniden üretimdeki konumu, ailenin kutsallığı söylemine takılır ve
görünmezleşir. Bu durum devam ettikçe, kadının hem ev-içinde hem de ev-dışında
toplumsal sömürüye muhatap
olması devam eder. Kadının üretkenliğini hem eve kapatarak hem de görünmez ilan
ederek yok eden toplumsal normlar/yapılar, erkeğin egemen konumunu pekiştirir.
Böylece sorun farklı düzeylerde farklı içeriklerde katmetleşerek derinleşir.
Örneğin kadının cinselliği onun ezilmişliğinin bir başka göstergesidir. Çünkü
kadın
cinselliğiyle bir mülk olarak görülür ve bu açıdan, kadın için özgürlüğüne kavuşmak şimdiye kadar genel olarak başarılamamıştır. Bir
başka örnek kadının anneliğinden ileri gelir. Anne çocukların
toplumsallaştırılması görevini
üstlenir. Burada kadın, bakıcı konumundadır ve işin kötü yanı, çocuk bakımının
zahmetli dönemi bittikten sonra arka plana itilir. Böylece yine ezilir. Sonuç
olarak bu yapıların dönüştürülmesi şarttır sadece bir tanesinin
değil hepsinin dönüştürülmesiyle ezilmişlik ortadan kaldırılabilir.
Heidi Hartmann Mitchell’in bu düşüncesini Marxizm’le
Feminizm’in Mutsuz Evliliği adlı
makale-kitabında eleştirir. Erken dönem Marxizmin kadın
sorunu kapitalizmle
özdeşleştirmesi, çağdaş Marxistlerin bunu kapitalizmin
gündelik hayata etkileri ile bağdaştırması ve Marxist feministlerin ev
işi-sermaye ilişkisine odaklanmasını yeterli bulmaz. Çünkü bu analizlerde kadının
hep işçi sınıfının ezildiği
gibi ezildiği düşünülür ve kadın-erkek ilişkileri göz ardı edilir. Bu nedenle
Marxizm feminizmi kendi içinde eritir ve kadın sorununa çözüm aramaz. Mitchell
Marxizmin radikal feminizmi anlaması gerektiğini savunan teorisi Marxist
feminizmi daha kullanışlı hale getirir. Fakat Hartmann’a göre, bu teori “kadınların
işlerini üretim sınıfına sokamaması” (s.22) ve patriyarkaya maddi bir temel oluşturmaması açısından sorunludur.
Patriyarka “maddi temeli olan ve hiyerarşik olsa da erkekler arasında,
onların kadınlara egemen olmalarını sağlayan bir karşılıklı bağımlılık ve dayanışma
kuran ya da yaratan erkekler arası toplumsal ilişkiler dizisi” (s.29) olarak
tanımlanabilir. Erkeklerin kadın emeğini denetlemesinde patriyarka maddi
bir temel bulur. Bu denetim erkeğin kadına –aile içinde ve dışında- koyduğu
engellerle açığa çıkar. Patriyarkanın maddi temeli sadece çocuk bakmayla
sınırlı değildir. Bu temel aslında erkek- kadın ilişkisinde kadının ezilmesine
sebep olan tüm yapılarında ortaya çıkar, söz konusu süreç, kapitalist toplumlarda da böyle
işler. Kadının erkekten daha az ücret kazanmasına yol açan süreç, erkeğin kadından daha üstün olduğunun kabulü
ile başlayarak, kadının “erkek işi”ne katılmasını engelleme ile devam eder.
Böylece cinsiyete dayalı iş bölümü de kadının erkeğe olan ekonomik bağımlılığını
destekleyerek onu evine hapseder.
Patriyarka var olan sorunların sadece biri. Bunun çözümlenmesi
için -Hartmann, Mitchell’in fikrine katılır- Marxizm ve feminizm ayrı ayrı ele
alındıklarında kadın kurtuluşu için yetersiz kalmaktadır. Patriyarka ve
sermaye ile ilgili sorunların çözümü için feminizme başvurmak gerekir. Ancak bu
şekilde var olan mücadelede başarılı olmak mümkün olacaktır. Kadın ezilmişliği
sadece kapitalizmle ilişkilendirilse patriyarka arka plana itilmiş
olacak ve sorunun büyük bir kısmı görmezden gelinecektir...
Juliet
Mitchell, Kadınlar: En Uzun Devrim, (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2006),
73s.
Heidi
Hartmann, Marxizm’le Feminizm’in Mutsuz Evliliği, (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2006), 71s.
Joan W. Scott, Toplumsal Cinsiyet: Faydalı Bir
Tarihsel Analiz Kategorisi, (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2007), 57s.
Judith
Butler, Taklit ve Toplumsal Cinsiyete Karşı Durma, (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2007), 45s.
Donna
Haraway, Siborg Manifestosu, (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2006), 74s.
Nancy
Fraser, İhtiyaçlar Mücadelesi, (İstanbul: Agora Kitaplığı,
2006), 66s. Devamı Felsefelogos Cinsiyetçilik 2010/1 Sayı:38 ss. 183-187
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder