Odağında kadın olan
filmler* genel olarak belli bir çizgiyi takip eder. Ya komediye bulanmış bir
aşk hikâyesi vardır karşımızda ya da karşılaştığı zorluklara rağmen asla
yılmamış, mücadele etmiş ve sonunda kazanmış kadın. Çoğu kez böyle gelişir
olaylar ve genellikle son sekansta beliren beyaz atlı prensin getirdiği
mutlulukla aydınlanma dönemine girilir. Bundan sonrasında mücadele, hak getire!
Çünkü toplumsal cinsiyet kalıplarına sığdırılmış kadının hayatının kalanını,
film perdesinde izlemesek bile tahmin edebiliriz: “Evli, mutlu, çocuklu”. Ha,
bir de çalışan olmasını es geçmeyelim. Malum, bu kategorilerin içinde de
bambaşka bir “mücadele” devam edecektir.
Frances
Ha,
tüm bu tanımlamaların dışında –iyi ki de öyle. En azından kadınların sıradan
yaşamları olabileceği, ille de mücadele etmek zorunda olmadıkları –ya da bazen
buna gerek duymadıkları-, oradan oraya savrulabildikleri ve sürekli geleceği
planlamanın derdinde olmadıkları gerçeğini gözler önüne seriyor. Evet, biz
filmlerde gördüğünüz o (evdeki ve işteki) her işin üstesinden gelen, buna
rağmen topuklu ayakkabıları, muhteşem görüntüsü ve üzerindeki tiril tiril
kıyafetleriyle iki dirhem bir çekirdek imajı yaratan ve beyaz atlı prensiyle
mutluluğa ulaşan süper kadınlar değiliz. Biz, çoğu zaman istediği gibi
davranan, her işe yetişemeyebilen, çoraplarıyla da uyuyabilen, dağınık
saçlarıyla da yaşayabilen, işle ilgili hırsları olmayan, düz ayakkabılarıyla koşarken
düşebilen ve sadece bir erkeğe değil bir kadına da âşık olma ihtimali olan
Frances’iz. Özetle, karşımızda –alışılmışın ve beklenenin aksine- mükemmel
olmadığını gizlemeyen ve biseksüel ya da lezbiyen olduğunun –sadece-
işaretlerini veren bir kadın var.
1.
“Mükemmel değilim ne de bir çiçek…”
“Şehir” ve “kadın” yan
yana gelip şehirli kadın ya da en genel tanımla modern kadın kavramını ortaya
çıkardığında kadınlar için durum zorlaşır -hoş, şehirle yan yana gel(e)meyen
kadınlar için de durum zordur ama şimdilik meseleyi şehirli kadın üzerinden ele
alalım. Şehir, kadına bir misyon yükler ve tüm karmaşasını kadınının sırtına
yükler. Bu süreçte kadın başarılı ve güçlü olmak zorundadır. Çünkü sabah
uyandığı andan uyuyacağı zamana kadar yapılacak her şey ona yüklenmiştir.
Uyanır, kahvaltı hazırlar, kahvaltıyı toplar, şık ve güzel görünmelidir, işe
gider, orada en iyi olmalıdır ya da zaten en iyidir, tüm işleri kusursuzca
halleder, eve gelir, ortalık tertemizdir, yemek hazırlar, yemeği toplar,
kocasına hizmet eder, çocukları uyutur, ertesi gün hazırlıklarını yapar, yapar
da yapar… Ha bu arada ütü, bulaşık, çamaşır gibi bilumum işler ve geriye kalan
tüm organizasyonlar ile duygusal işler de kadının sorumluluğundadır tabii.
Çünkü üstüne yapışan “süper kadın” yaftasının –ya da Friedan’ın dediği gibi
dişil gizemin- altında ezilmekten kurtulmayı başaramamıştır. Tüm bunlara karşı
Frances’in dilinden dökülmeyen ama film perdesine yansıttığı bir soru var:
Sorumsuz, amaçsız, fütursuz kadın olamaz mı? Cevap, Frances’te ete kemiğe
bürünerek çıkar karşımıza: Neden olmasın?
Frances Halladay, hayatında
bir erkeğin varlığını zorunlu gören biri değil, yani bir beyaz atlı prens
beklentisi yok. Bu nedenle daha filmin başında en sevdiği arkadaşı için erkek
arkadaşından ayrılıyor ve bundan zerre üzüntü duymuyor. Ağlayıp, sızlamıyor ve
“kadınlar duygusaldır” kalıbının içine sıkışıp kalmıyor. “Kadının yeri
evdir/evidir.” ataerkil düşüncesini de yersiz-yurtsuz olmasıyla altüst ediyor.
Şehirden şehre sürüklenirken herhangi bir yerde “aydınlanma” yaşayıp ya da
hayatının aşkını/fırsatını bulmuyor. Normal koşullarda olabilecek şeyleri
yaşıyor; bizi “Bu ancak filmlerde olur.” diyecek mucizelere yüzleştirmiyor.
Aksine birçok kadının izlerken “Bu aslında benim.” dediği/diyebileceği türden
bir hayat yaşıyor. Kendini kalıpların içine sıkıştırmaktansa olduğu gibi
yaşamayı tercih ediyor.
Bu şu anlama geliyor:
Kadınlar mükemmel olmak, iyi görünmek ve her şeyi en iyi şekilde yapmak zorunda
değiller. Kadınların tüm işlerin üstesinden bir anda gelebildiği yalanı,
onların sırtına yüklenen işlere eril akıl tarafından yaratılan bir kılıftan
başka bir şey değil. Bu nedenle Frances, bu yüklerin altında ezilmektense
“mükemmel kadın” olmaktan vazgeçmeyi tercih ediyor.
2.
Frances: Undateable
Genel düşünce şunu
dayatır: “Kadınlar erkeklerden, erkekler de kadınlardan hoşlanır.” Oysa
kadınlar kadınlardan (da), erkekler erkeklerden (de) hoşlanabilir.** Buradan
yola çıkarak Frances’e başka bir yerden; daha ilk sekanstan itibaren işaretini
verdiği fakat film boyunca dillendirmediği duruma bakalım: “Frances neden bir undateable (çıkılamaz)?” ya da başka bir
şekilde sormak gerekirse “Frances bir lezbiyen ya da bir biseksüel mi?”
Frances neden
undateable olduğunu şöyle açıklıyor: “Bir ilişkide ne istediğimi, neden bekâr
olduğumu açıklayabilirim. Zor bir durum, biriyle birlikte olduğunda sen onları
seversin ve onlar bunun farkındadır, onlar seni sever ve sen de bunun farkında
olursun. Ama bu bir parti ve diğer insanlarla konuşursun, gülersin, ışık
saçarsın, odayı araştırır, diğerlerinin gözlerini yakalarsın. Ama bu sahiplenici
olman ya da kusursuz bir cinsellik yaşaman için değil, senin bu hayattaki
kişiliğinle alakalı bir durumdur. Bu durum hem komik hem de üzücü ama bu hayat
sona eriyor ve tam da orada, fark edilmeden, herkesin önünde duran gizemli bir
dünya oluşuyor. Ama kimse bunu fark etmiyor. Yani dedikleri gibi etrafımızda
başka bir boyut var ama bizde onları algılama yeteneği yok. Bir ilişkiye
girmeme sebebim işte bu. Ya da hayata sanırım. Aşka...” Frances’in bahsettiği herkesin önünde duran
gizemli dünya ve arada sırada söylemeye çalıştığı şey, hiçbir zaman açılamadığı
Sophie olabilir mi?
Filmin ilk sekansından
Frances’in kadın-erkek ilişkilerinde başarısız olduğu ve Sophie’nin sesini
duyduğu anda bambaşka hissettiği anlaşılıyor. Daha önce tatmin etmeyen/edilmeyen
erkek arkadaşlarını olduğunu gizlemiyor ama Dan’la ayrıldıktan sonra erkeklere –sanki-
daha mesafeli bakıyor. Sophie ile kendisini “artık seks yapmayan lezbiyen
çiftlere” benzetmesi belki de Sophie’nin bu konudaki düşüncesini öğrenmek için…
Sophie ise bu konuda mesafeli. Belki de bu nedenle Frances, Sophie’ye defalarca
onu sevdiğini söylediği halde Sophie bunu söylemekten kaçınıyor ya da bu
sevginin bir aşk olduğunu anlamak istemiyor. Zaten Frances’in ona olan
bağlılığını bildiği halde başka bir eve taşınıyor.
Frances’in Sophie’ye
karşı kıskançlığı, tutkusu, “Sen ve ben çıkılamaz kişileriz.” demesi, Sophie ve
kendisini “sevişmeyen evli çiftlere” benzetmesi onun bir lezbiyen ya da –daha
önce erkek arkadaşları olduğunu göz önünde bulundurarak- bir biseksüel
olduğunun işaretlerini veriyor. Ama nedense Frances bunu açık açık söylemiyor. Bu,
Sophie’nin bu durumu fark etmemesinden kaynaklanıyor olabilir. Ama Sophie’nin
durumu anladığı ve bir şeyler hissettiği halde Frances’in aksine hırslarının
peşinden gitmeyi tercih ettiği için bunu gizlediğinin işaretlerini de vermiyor
değil.
Daha önce de söylediğim
gibi, Frances sıradan ama (toplumsal cinsiyet) kalıpların(ın) içine sığmayan
bir kadın. Bu durum onun ilişkilerine de yansıyor. Dolayısıyla sadece
gereklilik gibi sunulduğu için biriyle birlikte olmak yerine kendi olmayı,
Sophie’ye açılmamayı ve undateable olmayı tercih ediyor olabilir.
Sonuç
yerine sona eleştiri
Frances
Ha,
bir büyüme ya da başarı hikâyesi değil, zaten Frances de aydınlanmayı bekleyen,
bir baltaya sap olmaya çalışan bir karakter değil. Ya da bazı eleştirmenlerin
söylediği gibi düşe kalka öğrenen, hayatını toplamaya/düzene koymaya çalışan
bir kadın da değil. Frances, son sekansa kadar anı yaşayan, içinden geldiği
gibi davranan, kabına sığmayan bir kadın. Buna rağmen film, bir dans koreografı
olan Frances’in başarısıyla sona eriyor. İzleyici ister istemez Frances’in ne
ara bunları yaptığını merak etmeden duramıyor. Bu son Frances’in posta kutusuna
sığmayan ismi gibi ona dar geliyor. Çünkü Frances, bu sonla birlikte başlayan
hayata -posta kutusundaki ismi gibi- sığmayacak kadar iyi bir karakterdir.
* Politik feminist
filmleri bu genellemenin dışında tutuyorum, çünkü yazıda bahsi geçen filmler
politik bir çizgi takip etmediği için aynı genelleme içinde değerlendirilmeleri
doğru görünmüyor.
** Burada, queer
kavramından yola çıkıp ikiden fazla cinsiyetin olduğu düşünülerek bu
cinsiyetlerle de belirli kombinasyonlar oluşturulabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder