19 Aralık 2013 Perşembe

Sığınmak çözüm değil

Okumak, okura çoğu kez yeni birileriyle/hayatlarla tanışma fırsatı verir. Karakterlerin başından geçenler; inişli çıkışlı olaylar, acılar ya da hüzünler, sevinçler ya da mutluluklar okuru oradan oraya sürüklerken sanki yeni bir hayatı öğreniyormuşçasına okura tecrübe kazandırır. Karakterlerin başından geçen iyi şeyleri okuyan/deneyimleyen okur, romanın kahramanıyla birlikte bulutların üzerinde gezer durur. Kahramanın başından geçen kötü olayları okurken/deneyimlerken ise okuduğu karakterlerin ruh hâline bürünüp yaşananların başından geçtiğini düşünerek aynı acıyı yaşar. Aynı nedenle kitaplar kategorilenir; aşk romanı, tarihî roman, gerilim romanı vs. diye… Bunlardan en kolay olanı aşk romanlarını okumaktır. Romanın kahramanı ama acılı ama mutlu bir sevda peşine düşerken kahraman da onun acısıyla acılanır onun sevinciyle neşelenir durur. Ama sonuçta –Anna Karenina’yı, Madam Bovary’i ve diğer aşk klasiklerini bir kenarda tutarak- “aşk romanı işte” denir, geçilir. Söz konusu bir gerilim romanı olduğunda okurun baştan karar vermesi gerekir: Bu bir gerilim romanıdır ve okura vadettiği tek şey şüphedir. Şüphe, bilinçaltı ile yoğrulup psikolojik-gerilim romanı hâline geldiğinde ise okurun kendi benliğine inmesi ve kitabın sayfalarını çevirirken tırnaklarını yemeye başlaması kaçınılmaz olur.

Sığınak, daha ilk sayfadan tırnakları yedirmeye başlayan, sonraki sayfada ne olduğunu merak ettiren ve başkahramanın hayatı sayfalarda akarken “Onun yerinde ben olsaydım?” sorusunu sorduran psikolojik-gerilim romanlarından biri. Diğerlerinden farkı ise okura gözetlettiği kişinin, mütecavizi tarafından psikolojik şiddet görmüş bir kadın olması. Kitabın yazarının klinik psikolog bir kadın olması ise romanın başkahramanı olan psikolog Stella’nın duygularının kadın bakış açısından aktarılmasını sağlıyor.

Lawrence Simpson, erkek egemen dünyanın içinde “kadınları aşağılamayı tarz edinmiş”tir. Eski eşi ile yaşadığı sorunlardan dolayı velayet davasını kazanmak için çabalamış ve bunun için her türlü “pisliği” göze almıştır. Gözünü kırpmadan eski eşine işkenceler yapan ve -yasalardaki açıklar nedeniyle- tehditlerinden dolayı tek bir ceza almadan elini kolunu sallayarak insanların arasına karışan sapık ruhlu bir psikopattır. Rutin bir hayatın içinde kariyerine odaklanan Stella’nın hayatı, Lawrence’ın kendini dünyanın merkezinde hissetme güdüsü ile ona tecavüz etmesinin ardından değişir. Stella, profesyonel kimliğini kaybetme korkusuyla bu durumu kabul eder. Kliniğin sahibi Max de, kliniğin adının kötü anılmaması için bu durumu –seve seve- destekler. Stella’nın –her gerilim romanının olmazsa olmazı- polis/dedektif arkadaşı Roger bu durumu kabullenmek zorunda kalır. Stella yaşadıklarının yarattığı psikoloji ile evden dışarı çıkamayan bir paranoyak hâline gelir. Her an Lawrence ile karşılaşacağı korkusuyla yaşayan kadın, evini hem sarayı hem zindanı olarak gören bir agorafobiğe dönüşür.

Stella korkularıyla yüzleşmeden korku içinde yaşamaya devam ederken ona umut veren tek şey platonik hisler beslediği Max ile evlenmesi olmuştur. Aldığı anti-depresanlar ve sakinleştiriciler sayesinde hayal âleminde yaşayan Stella, Blue ile tanıştığında gerçekleri görmeye başlar. Blue’nun gelişi başlangıçta onu rahatsız eder. Çünkü yaşadıkları, “öngörülemeyen birinin varlığına” tahammül edemeyecek hâle getirmiştir onu. Ancak bu sarı saçlı, mavi gözlü, güven duygusu uyandırmasa da şefkate ihtiyacı olduğu hissedilen kız, görmek istemediği gerçekleri gün yüzüne çıkarır. Her gerilim romanı gibi bir sonraki sayfada ne olacağını merak ettirmenin yanı sıra zamanlararası geçişleriyle okuru heyecanlandıran roman, biterken okuru soru işaretleriyle baş başa bırakıyor. Yazar, okuru merakta bırakıp kalemi öylece bırakıp gidiyor gibi görünse de, okura “Blue’ya ne olacak?” sorusunun yanıtını aratacak bir seriye göz kırparak sözlerine son veriyor.

Her gün karşılaştığımız kadına psikolojik şiddet (taciz, tecavüz, …) olaylarını bu psikolojik-gerilim roman aracılığıyla tekrar hatırlatan Lewis, kimi zaman böyle durumlarda ne yapılması/yapılmaması gerektiğini örtük olarak hatırlatıyor. Stella, bir psikolog olmasına rağmen ondan çoğu kez yardım alanların aksine mütecavizini ele vermek yerine kendini, sığınağı addettiği (Max’ın) evine kapatmayı tercih ediyor. Oysa Roger’in yol göstermeleri ve Blue’nun içinde yarattığı hislerle bu durumda Lawrence kadar Max’ın da suçlu olduğunu anlayıp, aldığı ilaçlardan bağımsız bir zihinle suçluların ceza alması gerektiğini hatırlıyor. Sığınak, kadına psikolojik şiddeti feminist bir bakış açısıyla anlatmaktan çok, duruma sadece bir psikolog gözüyle bakıp yapılması/yapılmaması gerekenleri Stella’nın yaşadıkları üzerinden aktarıyor. Stella’yı kendi karar mekanizmasını üretemeyen, yanındaki erkeklerin (Max ve Roger) sözleriyle hareket eden aciz bir konuma yerleştirerek erkek aklı güzellese de, tecavüzün bir kadının hayatında yarattığı travmaları bir kez daha irdeleyip, bu durumu saklamanın anlamsız olduğunu ve kimseyi çözüme ulaştırmadığını naif bir dille göz önüne seriyor.

Sığınak
S. L. Lewis
çev: Ceren Şanlıdağ
Kahve Yayınları
2013, 256 sayfa



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder