29 Haziran 2012 Cuma

Le Guin'den İnsani Bilim-Kurgu


Le Guin ile sohbet ettiğinizi hissettiren Kadınlar, Rüyalar ve Ejdarhalar tadında bu kitap da. Ancak bir yanıyla farklı. Bu sefer bir yandan anlatıyor Le Guin bir yandan açıklamalar getiriyor; önce öyküyü nasıl veya neden yazdığını aktarıyor. Kimi, neyi anlatmak istediğini belirtiyor. Ancak çoğu zaman da düşündürüyor. Her ne kadar romanlarında/öykülerinde metaforlara yer vermediğini söylese de eteğindeki taşları yere döküyor. Sonra okura heyecanla okumayı ve taşları yerine yerleştirmeyi bırakıyor. Her bir öykü Le Guin’in romanlarının tuğlaları adeta. Yerdeniz serisinden, Mülksüzler’e, Karanlığın Sol Eli’nden, Rocannon’un Dünyası’na… Kendi deyimiyle bir tür “retrospektif” Rüzgarın On İki Köşesi. Belki de bir tür eskiz defteri/kitabı.

Her bir öykü bilim kurgu tadında. Ancak Le Guin’in deyimiyle “insani bilim-kurgu” bu öyküler. Belki havada uçan araçlar, insanları yok eden silahlar, insanların yerine geçen robotlar yok ama burada hayatın gerçekleri var. Bilim var; bilim insanına ve yaptığı sanata saygı var. Bir sanat olarak bilimin ayakta kalması için verilen çaba var. Bilimin varlığının ve kazanımlarının önemi var. Le Guin’de bazen “dünya ile Tanrı arasındaki uzaklığı ölçmeye çalışan” bazen de yerin altında yıldızları arayan –ve bulan- bilim adamlarının verdiği değerli mücadele var.

Kimi öykülerde psikolojik çözümlemeler yapıyor Le Guin. Yerdeniz’e ilk adımı “Halas Büyüsü” adlı öyküsü ile atıyor. Jung’un gölge kavramından yararlanıp bilinçdışındaki gölgelerden kaçmanın çözüm olmadığını ve onlarla yüzleşmek gereğini anlatıyor. Bazen isim kuralını anımsatarak isimlerin insanların zaafları olduğunu yazıyor, bazen de insanın karanlık yönüyle/ gölgesiyle/zaaflarıyla kararlılıkla savaşması gerektiğini hatırlatıyor. Kendini bulmanın ya da kaybetmenin önemini anlatıyor, insanın karanlıkla veya korkularıyla verilen mücadelenin nasıl aşıldığını/aşılmadığını örnekleyerek gösteriyor; “ağaca bakıp ormanını görememenin” sakıncalarını anlatıyor. Tüm bunlar Yerdeniz serisini bir kez daha okuma isteği doğuruyor.  

Kimi öykülerde ise “var olmak” için atılan adımların değerinden bahsediyor. Bazen on kişilik bir klonun sağ kalan son üyesinin birey olma çabasında açığa çıkarıyor bunu. Bazen de hayal ederek umut etmeyi öğrenen ve denize taşlar döşeyip mutlak sondan kaçmaya çalışan insanların verdiği mücadeleyle anlatıyor. Kimi zaman bir kadın en çok değer verdiklerini yitirmek pahasına, kimi zaman bir kral iktidarı kaybetmek pahasına veriyor, bu mücadeleyi. Le Guin’in kahramanları, kaybettiklerinin ancak onların varoluşları ile gerçek bir anlamı olduğunu anlasa da her şeyin bitmediğini biliyor ve hayata daha sağlam adımlarla devam ediyor. Yalnız olsun/olmasın kendi gibi olabilmenin değerini/anlamını öğreniyor.

Le Guin kimi öykülerde ise ütopyalar kuruyor. “Omelas’ı Bırakıp Gidenler”in mevcut olanı kabullenemeyip nasıl başkaldırdığını anlatıyor. Le Guin bunu yaparken amacının “karanlık ütopyalar aracılığı ile insanları uyarmak” olduğunu söylüyor. Mevcut olanı başının üstüne koyan anlayışı baş aşağı ederek, yeni bir dünyanın mümkün olabileceğini anlatıyor. Çünkü mevcut olanı kabul ettirmek için söylenen her söz bir göz bağından ibaret ve bunun ardına bakabilmek gerekiyor. Bu nedenle Le Guin Omelas’ı bırakıp gitmenin; sınırsız mutluluk vaatlerinin gerçek yüzünü görebilmenin değerini anlatıyor. Le Guin devrimi anlatıyor. İkircikli bir ütopya olarak adlandırdığı Mülksüzler’in gerçekleştirdiği devrimin fikrini yayan Odo’yu anlatıyor.

Le Guin anlattığı tüm öyküleri heyecanla anlatırken okuyucunun da sayfaları heyecanla çevirmesini sağlıyor. Kendini bir meşe ağacının yerine bile koyabiliyor. Hayatın akışını, yılda birkaç kez yanından geçtiği, meşe ağacının gözünden bakıyormuşçasına anlatıyor. Belki de bunu bile yapabilmesinin ve ağaçları bu kadar çok anlatmasının tek sebebi var: Onun bir çınar olması.      

Ursula K. Le Guin
Rüzgarın On İki Köşesi
Çev. Aysun Babacan
İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2011
320s.

1 yorum:

  1. Yerdeniz Beşlemesinin kadınlarını ve onların kadınlıklarını, bu pozisyonların bir hikaye-metafor olarak günümüzle ve kadının toplumsal inşa içindeki yerini feminist bir perspektiften hayli güzel yorumlamışsınız.

    Oktay Şılar

    YanıtlaSil