5 Haziran 2013 Çarşamba

'Emeklilik Ev Hanımlarının da Hakkı!'

II. Dünya Savaşı sırasında askere giden erkeklerin yerini, “ucuz iş gücü” olarak kadınlar alır. Kadınlar aktif çalışma hayatına atılırken onlar için belirlenmiş “kutsal” mekândan, evlerinden uzaklaşma şansı yakalarlar. Savaş sonrası, erkeklerin evlerine ve üretime dönmesiyle kadınların çalışması yeniden üretime vurulan bir darbe olarak görülür. Kadınların evlerine gönderilmeleri/ kapatılmaları için yeni politikalar izlenir, ki yeniden üretim ve üretim zeval bulmasın. Bu süreçten sonra bir kez daha -ve daha kalın çizgilerle- cinsiyetçi iş bölümünün sınırları çizilir. Dolayısıyla kadın tekrar anneliğe, bakım emeğine ve ev işlerine yönlendirilir.

Zaman içinde kadınlar kendi özgürlüklerini elde etmeyi, etraflarına örülen duvarları yıkmayı ve bir birey olarak ayakları üzerinde durmayı başarırken “üretim aşkı” ile yanıp tutuşan sistem, kadını yeniden üretime hapsetmek için çabalar. Bunu yaparken “toplumsallaşmayı” neyin, nasıl üretileceğini-tüketileceğini yayarak, öğreterek, içselleştirerek, dayatarak bilinçaltına yerleştiren bir güçten, medyadan yararlanır. Var oluşunu tüketimle açıklama çabasında olan modern birey, başkalarının onu nasıl gördüğü sorunsalı ile cebelleştiği için “kültürel üretimin vazgeçilmez parçası” haline gelen medyanın her türlü tuzağına düşmeye hazırdır.

Toplumsal davranışların yönlendiricisi, reklamlar bu tuzaklardan biri. Reklamlar aracılığıyla zihnimize kazınan roller kişileri konumlandıran, belirleyen bir pozisyonda bulunur. Dolayısıyla reklamlar aracılığıyla “standart/ normal” olanın ne olduğunu öğrenmeye başlar, öte yandan mevcut güç ilişkileri hakkında fikir sahibi oluruz. Bu noktada bir pazarlama aracı haline gelen cinsiyet mefhumu önplana çıkar. Çünkü üretim ve yeniden üretim üzerinden kurulan güç dengesi ancak “standart cinsiyet rolleri” ile süreklilik kazanabilir. Bu nedenle bu rollerin reklamlar aracılığıyla bilinçaltına yerleştirilmesi farz haline gelir.

Biyonik yaratıklar

Daha doğmadan renkler aracılığıyla belirlenen kadınlık ve erkeklik, daha sonra gözlemlerimiz, ders kitapları, televizyon dizileri, filmleri, reklamlar vs. aracılığıyla benimsetilir. Kadınlar yeniden üretimin sağlayıcısı olarak henüz çocukken ellerine tutuşturulan bebekle “küçük anne” olmaya alıştırılır. Bu sayede “standart” rollerin kurulmasında sağlam temeller atılmış olur. Bundan sonrası sürekliliği sağlamakla ilgilidir. Bunun için de reklamlar biçilmiş kaftandır (çünkü reklamlar bir yandan rollerin devamlılığını sağlarken, öte yandan tüketimi hızlandırarak üretimi ve yeniden üretimi sağlar).

Reklamlarda kadınlar özellikle geleneksel rollerle ön plana çıkar. Daha açık bir deyişle eğer kadın bedeniyle ön plana çıkmıyorsa geleneksel rolüyle yani anneliği, ev kadınlığı rolüyle sahnededir. Bu nedenle kadınlar bulaşık yıkayan, ütü yapan, evi temizleyen, yemek pişiren, evinin tertemiz olması ve tüm işlerin bitmesi gibi “kutsal amaçlar”la neredeyse bir robot haline gelmiş “biyonik yaratıklar” olarak sunulur. Üstüne üstlük tüm bu görevleri yaparken hallerinden son derece “memnun”durlar. Çünkü ücretsiz ev emeği göze batarken kendini gerçekleştirmek için asla vakit bulamayan ve aslında tükenen kadınlar bunu çocuklarını, eşlerini, yakınlarını “sevdikleri” için yaparlar. Bu madalyonun gösterilmek istenen yüzü. Peki ya görünmeyen, gizlenen yüzde neler var? Bunu ev kadınlarına emeklilik hakkını “satmak” için yapılmış bir reklam aracılığıyla anlatmak durumun somut bir şekilde açığa çıkmasına yarayacaktır.

Sezerlerin yöneticisi

Yine bir evdeyiz yani kadının kutsal mekânında. Ekrandaki kadın, son derece heyecanlı ve mutlu bir şekilde kendini tanıtıyor: “Ben Deniz Sezer. Sezerlerin yöneticisiyim.” İş yerinin erkenden açıldığını, servise yapılan hazırlıklardan sonra diğer işlerin başladığını, yoğunluğun gün boyu sürdüğünü, pazar araştırmalarına çıkıldığını, sunumlar hazırlayıp toplantılar yaptıklarını daha sonra başka mesailerin başladığını, işinin gecesi gündüzü olmadığını anlatıyor. Bu arada reklam filminde bir ev kadının gün boyunca yaptığı işler gösteriliyor. Evi havalandırmak, çocukları uyandırmak, kahvaltı hazırlamak, çocuklarla ilgilenmek ve onları okula göndermek, evi toplamak, alışveriş yapmak, yemek hazırlamak onun görevleri olarak daha doğrusu “işi” olarak gösteriliyor. Yani kadınların ev içi ücretsiz emeğinin karşılıksız kaldığı ve aslında ev kadınlarının gün boyu çalıştıkları gösteriliyor. Fakat son cümle ev kadınlarının ücretsiz ev içi emeğini görünmez kılmak için yetiyor da artıyor: “Ama severek yapınca bu dünyanın en güzel işi.” Yani bunun iş olduğunun farkındalığı mevcut fakat “sevgi” adı altında dünyanın en güzeli haline getiriliyor. Daha sonra o “tanrısal ses” emekliliğin ev kadınlarının da hakkı olduğunu “buyuruyor”. Tabii bu hak da parayla.
E, madem?

Özetle kadın şefkat, sevecenlik, güven, sevgi, aşk kavramları aracılığıyla ev içi emeğe sıkıştırılıyor. Yaptığı iş ücretsiz olduğu için değersiz gösteriliyor. Çoğu zaman tüm güne yayılan mesaisiyle, gece vardiyalarıyla, sabah akşam tatil yapmadan çalışıyor. Tüm bunlara karşılık sosyal güvenlik hizmetlerinden yararlanmak için bir eşe, babaya, erkeğe bağımlı olmak zorunda kalıyor ve emeklilik hizmetinden yararlanamıyor ya da bir erkeğin parasıyla bu hakka sahip olabiliyor. Madem ev kadınlarının bu kadar çok şeyi bir anda yapabildikleri ortada öyleyse bunun ücretlendirilmesi gerekmiyor mu? Madem annelik bu kadar yorucu, çocuk yapmayı teşvik eden politikalar yerine ev içi emeği ücretlendirmek için yeni politikalar üretmek gerekmiyor mu? Madem kadınların bu kadar çok şeyi bir arada yaptığı bu kadar ortada, bunun için gerçek bir iş bölümü gerekmiyor mu? Madem ev kadınlığı bu kadar zor, kadınların geleceğinin güvence altına alınması için sosyal güvencelerden faydalanması gerekmiyor mu? Artık kadının sevecen anne rolü yerine kadın olarak kendini inşa etmesini kolaylaştırmak, esnek olmayan, güvenceli işlere istihdam edilmesi gerekmiyor mu? Ve madem “emeklilik ev hanımlarının da hakkı” öyleyse kadını erkeğe bağımlı kılan bir sistemle yani “erkeğin parası”yla alınacak bir emeklilik sistemi sunmak yerine bunu bizzat devletin karşılıksız olarak kadınlara sunması gerekmiyor mu?