Ütopya kavramı temel olarak Platon ile başlıyor gibi görünse de
aslında bu öyle değildir. Kimi yazarlar durumu daha da ileri götürüp
ütopyaları Pre-Sokratikler ve öncesine kadar götürürler. Bu durumda
sorulması gereken bir soru çıkar ortaya: Her toplum tasarısı ütopya
olarak adlandırılabilir mi? Başka bir deyişle ütopyaların geçmişi 5000
yıl öncesine mi yoksa 500 yıl ötesine mi dayanır?
Sadık Usta’nın derlediği Platon’dan Jambulos’a: Antik Çağ Ütopyaları adlı
kitap ütopyaların beş bin yıllık geçmişi olduğunu ifade etmektedir.
Öyle ki ütopyalar tarafından eleştirilen durumların henüz var olmadığı
dönemlerde dahi, ütopyalara ihtiyaç duyulduğu gösterilmektedir.
İnsanların Altın Çağ’a duydukları özlem bile ütopya ile
ilişkilendirilmektedir. Yani toplumsal sorunlara toplumsal çözüm
üretilemeyen her dönemde ütopyalara ihtiyaç duyulduğu ifade edilir.
Ancak Platon’un Devlet adlı eserinin ütopya sayılmadığı
bilinmektedir. Bu durumda ütopyaların sadece “mükemmel toplum
tasarıları” olmadıkları, aslında başka türden sorunsallarla ilgili
oldukları da ortaya çıkmaktadır. Ütopyaların asıl derdi en iyi olan
toplum tasarımını çizmek değil, en iyi olan toplumu tartışmaktır.
Dolayısıyla Platon’un Devlet adlı diyalogu bir ütopyadan çok
adil olanın ne olduğunu sorgulayan bir etik-siyaset kitabıdır. Öyleyse
ütopyanın ne olup ne olmadığı ya da nelerin ütopya olabileceği konusunda
bir ayrıma varmak gerekir.
Thomas More 1516’da ütopyasını yazdığında İngiltere’nin durumu
kötüleşmektedir. Amerika kıtasının keşfi, bu kötüye giden sürece biraz
olsun bir umut vaat eder. Çünkü zenginliklerle dolu olduğu sanılan yeni
dünya elbette umudun kaynağı olacaktır. İşte bu yüzden, Amerika’nın
keşfinden sonra yazılacak tasarıların kimsenin bilmediği yerler olarak
düşünülmesi şaşırtıcı olmaz. More, Utopia’da yeni ve mükemmel
olanı resmetme çabasında değildir. Onun için önemli olan dönemin
İngiltere’sine ışık tutmaktır. O günkü konumundan dolayı bunları dile
getirememişse de yarattığı ütopya ile sorunları açıkça vurgulamıştır.
Toplum için iyi olanın ne olduğunu bulmaya çalışmıştır. Her ne kadar
kimilerince “More’un çalışması sosyalizme atalık eder” dense de, çizdiği
ütopyanın kimi bölümlerinde mevcut iktidara ve onu yerleşik aygıtlarına
eleştiri getirmediğinigörmek zor değildir. More’dan sonra Campanella ve
Bacon, tasarılarında (Güneş Ülkesi/ Yeni Atlantis) en
iyiyi oluşturma çabası ile “baskıcı ve kendi içine kapalı bir toplum”
tasarımı üretmişlerdir. Onların bu çabaları aslında birer distopya
örneklemesidir.
Sanayileşme ve kapitalizmin gelişmesi ile birlikte en iyiyi oluşturma
çabaları söner, “en kötü son” için komplo teorileri üretilmeye
başlanır. Yevgeni Zamyatin’in Biz’i kendi içinde en iyiyi
üretmeye çabalayan ütopyaların nasıl korkunç bir hal aldığını gösterir.
İçine kapalı toplumların kendi içindeki farklı bir sese dahi kendilerini
kapattıklarını ve farklı seslerin nasıl yok edildiğini gösterir. Daha
sonra Cesur Yeni Dünya’da ve Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’te
de aynı durumla karşılaşılır. Mevcut duruma karşı çıkanlar, bir şekilde
var olana karşı çıkamaz hale getirilirler ve tekrar topluma uyumlu hale
getirilirler. Dolayısıyla ütopyaların –Utopia hariç- çizdiği yolların kapalılık özelliği nedeniyle çıkmaz sokağa ulaştığını görmek zor olmaz.
Bu durumda neye ütopya demek gerekir sorusu tekrar sorulabilir. More, Utopia’da
önce mevcut durumu daha sonra olması gerekeni tasarlar. Dolayısıyla
mevcut durumu görmek ve olması gerekenle karşılaştırmak gereği duyar.
Ray Bradbury’nin Fahrenheit 451 adlı bilim-kurgu eseri distopya
olarak anılır, fakat More benzeri bir tutumu benimsediği için bizim
açımızdan bir ütopya olarak ele alınabilir. Guy Montag “eğer Bradbury,
toplumsal olarak mevcut durumun sorunlarını görmeden önce ve gördükten
sonra farklı toplumsal tasarımlar ortaya koyuyorsa, onun çalışmasını
ütopya der”. . Geröekten de Bradbury önce sorunlu toplumsal durumu
ortaya koyar ve bunların çözümüne nasıl ulaştırılacağını gösterir. Yani,
More gibi, her iki durumu göstererek bir seçim yapılmasını ister. Bu
durumu daha iyi açıklayabilmenin yolu Ursula K. Le Guin’in ikircikli
olarak nitelediği Mülksüzleradlı ütopyadan geçer.
Le Guin, Mülksüzler’de mevcut durumu ve olması gerekeni iki
farklı gezegen aracılığı ile anlatır. Gezegenlerin biri kapitalizmi
diğeri ise sosyalizmi ya da anarşizmi simgeler. Shevek aracılığıyla
kapitalizmi simgeleyen gezegende her şeyin “güllük gülistanlık”
göründüğü ancak durumun böyle olmadığı anlatılır. Sosyalizmi/anarşizmi
simgeleyen gezegende ise çorak/kurak/verimsiz olmasına rağmen zamanla
daha iyiye ulaşılabileceği ya da ulaşılamazsa dahibu durumun kapitalist
dünyadan daha iyi olduğu gösterilir. Böylece Le Guin kapitalizm
aracılığıyla mevcut durumu sosyalizm/anarşizm aracılığıylaolması
gerekeni göstermiş olur.
Öyleyse her toplumsal tasarım arzusunun bir ütopya olmadığını
söylemek zor değildir. Önemli olan toplumsal olarak arzulananın toplumun
ihtiyaçlarına cevap verip veremediğidir. Campanella ve Bacon’un
yazdıkları toplumun ihtiyaçları için en iyiyi oluşturmayı amaçlarken,
distopyaların yaptığı gibi, onları köleleştirmeye giden bir yapıya
sahiptir. More, Bradbury ve Le Guin ise mevcut olanı ve olması gerekeni
sunarak topluma bir seçim şansı sunar. Bu seçim halka özgürlüğünü
kaybetmenin ve bir topluluğun parçası olmak yerine özgürlüğünü
kazanabilmenin ve bir birey olabilmenin yolunu açar.
Platon’dan Jambulos’a: Antik Çağ Ütopyaları
der., çev. Sadık Usta
İstanbul: Kaynak Yayınları, 2005.
212 s.