Abdülgaffar El-Hayati’nin bir sözü ile bu yazıya başlamak istiyorum,
yazının sonunda neden bunu yapmış olduğumu açıklamış olmayı umuyorum:
Dostluk, anlaşmayı aşar. Anlaşmak arkadaşlığın yani öteki ile
buluşmanın koşuludur yalnızca. Arkadaş ile anlaşırsınız, beraber
gülüyorsanız şanslısınız, ama o kadar! Dostluk ise anlaşmakla yetinmez.
Tarafları, teslim olmaya çağırır. Teslim olmak çıplak olmayı
becermektir; ötekine kırılganlıklarını cesaretle gösterebilmek egondan
vazgeçmek, narsizminle baş etmektir. Teslim olmayı beceremeyenler
arkadaş kalırlar, dost değil. Arkadaşından dostluk isteyen, ona ‘güven
bana’ der. Ve bekler.
“Hey, dostum! Senin derdin ne?” sorusu klasik Amerikan filmlerinin
kulaklara aşina repliğidir. Bu replik içinde barındırdığı “Hey, dostum!”
ünleminin aksine –genellikle- içinde dostluğu değil yabancılığı
barındırır. Zaten bu sözlerin ardından hep vurdulu kırdılı dövüş
sahneleri yerini alır. “Dostum” diyen diller artık kendini kaybetmiş ve
birbirinden uzaklaşmıştır. Oysa dostluk, özgürce kurulan aynı zamanda
bilgiyi, sevgiyi ve ilgiyi içinde barındıran bir duygudur. Bunların
ötesinde dostluk içinde “çatışmayı” da barındırır. Dolayısıyla
bireylerin birbirlerinin farklılığını kabul edebilmesi, dostluğun
kurulabilmesinde önemli bir etkendir.
Eski Yunan’da dostluk kavramı, modern bireyin dostluğu kavradığından
farklıdır. Homeros’un dostluk kavramı “işbirliği” ve “karşılıklı
yardımlaşmaya” dayanır. Konuk- dostluk olarak adlandırılan bu ilişki,
“kendisine gelebilecek bir zararı” dostun üstlenmesini gerektirir.
Homeros, dostluğu daha sonra, Akhilleus’ un Patroklos’un ilişkisinde
olduğu gibi, bencil olmayan bir niteliğe bürür. Akhilles’ta konuk-dost
ilişkisindeki gibi, kendini koruma kaygısı yoktur. Aristoteles’te de,
Homeros gibi, tehdit edici bir ortamda güvenliği sağlama işlevi gören
siyasi bir ilişkidir. Bunun öncesinde Platon dostluğu, iyi ideasını
kavramanın bir yolu olarak gösterir ve bunu erotize bir dostluk kavramı
ile açıklar. Bu iki erkek arasındaki dostluk-aşk ilişkisinde belirir.
Bunlardan farklı olarak –belki de dönemsel farklılık nedeniyle-
Montaigne “Dostluk Üzerine” adlı denemesinde La Boétie ile dostluğunu
şöyle tanımlar: “…ruhlarımız birbirine öyle bir karışır ve birbiri
içinde erirdi ki, onları birleştiren dikiş izleri bile silinir ve bir
daha bulunamazdı.” Montaigne’nin kurduğu dostluk ilişkisinde
–diğerlerinde ayrıntılı olarak belirmeyen- aynılık sorunu ortaya çıkar.
Montaigne’nin bahsettiği ilişki dostluğun en önemli özelliklerinden
birini yok sayar: Farklılığın kabulü. Paylaşılan birçok şey olsa da
birbiri içinde eriyen ve kendi özelliklerini yitiren bireyler dostluk
ideali ile çelişirler. Çünkü Montaigne’nin bahsettiği kaynaşma gerçekçi
değildir. Oysa dostluk çırılçıplak teslim olmayı gerektiren bir
ilişkidir. Dolayısıyla gerçek dışılık bahsi geçen çelişkiyi
yaratacaktır.
Modern bireyin dostluk algısı da Montaigne’de olduğu gibi
aynılık-farklılık diyalektiğinde kazanılır/kaybedilir. Modern bireyin
algısında olduğu gibi dostluk, sadece benzerliklerden hoşlanarak kurulan
duygusal bağ değildir. Farklılıklara hoşgörüyü de gerektirir. Dostluk Üzerine adlı
kitabında Sandra M. Lynch bu durumu şöyle açıklar: “Bazen bir yanlış
anlama ya da sürtüşme kaynağı da olsa, farklılığı acıyla hissetmektense,
ona değer verebilirler”. Çünkü –Georg Simmel’in de dediği gibi- bir
insanı tamamen tanımak, ya da birine kendini tamamen açmak mümkün
değildir. Dolayısıyla karşıdaki kişi ancak izin/bilgi verildiği ölçüde
“çıplak” görülecektir. Buradan yola çıkarak modern birey için
El-Hayati’nin sözündeki çıplaklıktan söz etmek mümkün müdür sorusu
ortaya atılabilir. Ancak bu sorunun cevabı da farklılığın kabulü sorunu
ile aynı noktada buluşturulabilir. Yani çıplaklık beklenen aynılığın
aksine farklılıkları görüp bunları kabul edebilmenin tezahürü olarak
düşünülebilir. Bunun pratik ifadesi için yine bir Amerikan filminden
yararlanılabilir.Matrix’te Neo Kâhin’in yanına gider. Neo,
Kâhin’le buluşturulmadan önce biri ile dövüşür, sonra Kâhin’in yanına
götürülür. Neo bunun sebebini merak eder. Kâhin bunun sebebini
insanların ancak onlarla çatışıldığında tanınabileceğini ve Neo’nun
gerçekten o olduğunu anlamak için böyle bir yola başvurduğunu belirterek
açıklar. Yani, bu durum ile farklılıkların kabulü bağlamında gelinirse
modern dostların ilişkilerinde karşılıklı çatışmalara hazırlıklı olması
gerektiği ve bu çatışmaları aşabildikleri –yani farklılıklarını kabul
edebildikleri- ölçüde dost olabilecekleri düşünülebilir.
Her geçen gün daha çok bireyselleşmenin olduğu bir dünyada dostluk,
kendini bir başkasına tüm çıplaklığıyla sunabilmenin ve “bireyselliğin
dar ve sıkıntılı duvarlarından kurtulmanın” olanağıdır. Dolayısıyla
içinde bir umudu da barındırır. Bu umudu modern dünyada taşıyabilmenin
yolu farklılıkları kabul etmek ve ilişki kurulan kişinin özgürlüğüne
saygı duymaktan geçer. Bu nedenle dostluk sevmeyi, güvenmeyi, bilmeyi,
kollamayı içerdiği gibi farklılığın kabulünü de içermelidir. Bu,
paylaşılanlara rağmen, farklı birer birey olarak tüm çıplaklığıyla
birbirine açılabilmenin ilk adımıdır.
Sandra M. Lynch
Dostluk Üzerine
İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1997.
128 s.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder