Ütopyalar
yazıldıkları dönemi eleştirir. Bu eleştirilerin ulaştığı yer mümkün olmayan
ancak her konuda en iyi şekilde düzenlenmiş yeni bir dünyadır. Bu dünya kimi
zaman siyasal bir eleştiri olarak açığa çıkacağından siyasi bir düzenleme
yapar, kimi zaman da teknik ilerlemelerden faydalanarak bir insan imparatorluğu
kurma çabası içine girer. Ancak ütopyalar en mükemmel/mükemmelleştirilmiş
olmaları nedeniyle bir yandan da kısıtlı bir yapıya sahiptirler. Yani bir
yandan eleştiren, sınırları çiğneyen bir yapı olan ütopya öte yandan sınırlı
bir nitelik taşırlar. Bu nedenle Krishan Kumar Ütopyacılık ile ütopyanın sınırlarını çizmeye çalışır.
Ütopyalar “insanlığın durumu
hakkında akıl yürütmek”ten çok daha fazlasıdır. Aynı zamanda edebi değer
taşıyan ütopyalar sadece teorik olanla değil pratik olanla da ilgilenmiştir.
Diğer bir deyişle -Platon gibi- ideal kentin teorik çerçevesini çizmek yerine
örneğin ortak mülkiyetin uygulama üzerinde etkisini açıklamaya çalışır. Yani
soyut felsefi sistemler yerine somut olanla ilgilenmeye çalışır. Bu da
ütopyaların sadece belli bir kesime/zümreye/sınıfa hitap eden bir yapısı
olmadığını gösterir. Çünkü ütopyalar –More’un yaptığı gibi- herkesin
yaşayabileceği bir dünya betimleme amacı güder.
Ancak bu amaç yazarın istediği yöne doğru savrulmaktadır. Ütopyalar “hayali egzersizden çok toplumsal ve siyasi spekülasyonun aracıdır.” Çünkü yazar bilinçli ve doğrudan bir siyaset izlemektedir. Her ne kadar ütopyalar mümkün dünyalarla ilgilenmeleri dolayısıyla kurgusal bir yapı taşısa da siyaset felsefesinin ilgilendiği “egemenlik, ortak çıkar, genel irade, kamuoyu” gibi kurgularla ilgilendiğinden bir o kadar gerçektir. Ancak bu durum siyasal tasarılar ile ütopyaların aynı kurgular olduğu anlamını doğurmamalıdır. Çünkü ütopyalar ve siyasal tasarılar taşıdıkları olanaklılık varsayımları ile birbirinden farklıdır. Toplumsal teorisyenler, insanların bireysel özgürlüklerinden vazgeçmeleri halinde düzensizlik ve mutsuzluk durumunun aşılabileceğini varsaymaktadırlar. Bu nedenle verili kurallarla, mükemmel olmayan ilişkilerle tatmin olurlar. Geçicilik ve güvensizlik üzerine kurulu bu teoriler toplumun bencilliğe ve anarşiye düşmemesini amaçlayan bir çabadır. Ütopya ise mükemmelleştirilebilir bireylerle ve mükemmelleşmesi mümkün bir dünya ile ilgilenir. Aynı nedenle bir iktidar mücadelesi olan siyaseti küçümser: Bu da ütopyanın “mükemmelleşebilirlik inancının mantıksal uzantısıdır.”
Diğer yandan ütopyalar mükemmel
toplum tasarıları olmalarının yanında iyi bir toplumu tartışmanın zemininin
oluştuğu yerdir. Ütopyalar ortaya çıktıkları dönem itibariyle bu yapıya
sahiptirler. Çünkü iyi bir toplumun ne olduğu konusunda düşüncelerin yeşerdiği
bir dönemde ortaya çıkmıştır. Bu açıklama daha önce yazılanların ütopya olup
olmadığı sorusunu doğurur. Ancak altın çağ düşüncesi ve binyıl inancı gibi
düşüncelerin birer efsane oldukları söylenebilir. Öte yandan Devlet’in bir ütopya olmadığı düşüncesi
de burada açığa çıkmaktadır. Devlet
her ne kadar ütopyacı bir değer taşısa da asıl sorununun ideal devlet değil
adaletin doğası olması sebebiyle Kumar’ın ütopyalar için çizdiği sınırın dışına
çıkar. Çünkü adaletin doğasını adil devlet düzleminde arayan Sokrates’in
çizdiği adil insan ideal toplumu değil “kendi içindeki kenti” düşünür. Böylece
Kumar’ın ilk ütopya olarak neden More’un Utopia’sını
ele aldığı açıklık kazanmış olur. Kumar’a göre “ütopya modernizmle beraber
doğar.” Bu eleştirel metinler aslında Rönesans ve Reformasyon’un bir ürünüdür.
Ayrıca coğrafi keşiflerle birlikte Vespucci’nin Mondus Novus’undan etkilenerek ortaya çıkan özgürlük ihtiyacı da
ütopyanın şekillenmesini sağlayan bir diğer etmendir. Genel olarak amaçlanan
“demokratik, akılcı ve laik modern bir devlet” imgesidir. Daha açık ifade edilirse
Reformasyon, laikliği; keşifler özgürlük ve eşitliği; Rönesans ise akılcılığın
bir ihtiyaç olduğu düşüncesini geliştirir.
Peki, iyi bir topluma ihtiyaç duyarak ortaya çıkan ütopyaların amacına ulaşması mümkün müdür? Başka bir deyişle ütopyalar uygulanabilir mi? Ütopyalar uygulanamaz olduklarını etimolojik anlamlarında -hiçbir yerde olmayan- zaten vermektedir. Öte yandan ütopyanın kendi içinde çelişen yapısı da bu durumun olamayacağını gösteren bir diğer etmenlerdendir. Laiklik vurgusu yapmaya çalışırken manastırın/kilisenin etkilerinden kurtulamayan, özgürleştirme çabasıyla sömürgeciliğe giden yolları aralayan ya da üretim sistemini eleştirirken bu sistemin “kurbanı” olan ütopyalar bu düşünceyi açıklayabilir. Öte yandan ütopyaların uygulamalarının da başarısız olduğu, mükemmellik idealiyle yola çıkan hayallerin farklı algılanması nedeniyle başka yollara saptığı aşikâr.
Bu ütopyanın sonunun ifadesi midir ya da ütopyaların günümüzde bir işlevi kalmamış mıdır? Ütopya karşıtı görüşler bu sorunun yanıtını anti-ütopyalar ile bağdaştırır. Bu düşünceye göre ütopyalar her halükarda bir anti-ütopyaya dönüşeceğinden ve kapitalist üretim sisteminden kurtulamaz. Bu düşünce ütopyaları totaliter bir yapı olarak ele almakla birlikte ütopyanın var olabilecek işlevini göz ardı etmektedir. Bu işlev ütopya ile ortaya çıkan arzuların beslenmesidir. Ütopyaların asıl amacı gerçekleştirilmek değildir; bir dönüşüm/farkındalık yaratabilmektir. Ütopyalar ideal toplum tasarıları çizerken mevcut olanı eleştirerek, dönüşümün nasıl sağlanabileceğini aydınlatmaya çalışırlar. Öte yandan yazıldıkları döneme bakarak toplumsal sorunların aşılmasını sağlayacak zemini hazırlayabilir. Ütopya bambaşka bir dünya kurmayı değil eleştirileri ve önerileri ile sorunların çözümü için çabalar. Ütopyalar “değişim talebiyle gerçekliğe medyan okur”; mevcut olanın dönüştürebilmenin arzusunu doğurur.
Krishan Kumar
Ütopyacılık
çev. Ali Somel
Ankara: İmge Yayınları, 2005
190s.
http://www.insanokur.org/?p=32530
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder