Gündelik hayatın sıradanlığıyla boğuştuğunuz bir günün sabahında
kırmızı bir balonla karşılaşsaydınız ne yapardınız? Acaba –nerde olursa
olsun- kırmızı gibi canlı bir rengi soluk renkli hayatınıza katabilmek
için çabalar mıydınız yoksa onu olduğu yere bırakıp tekdüzeliğe devam mı
ederdiniz?
Albert Lamorisse’nin yönettiği 1956 yapımı Le Ballon Rouge (Kırmızı Balon)adlı
film “hiçbir şey” söylemeden “çok şey” anlatan filmlerden. Her şey
küçük bir çocuğun okula giderken bir sokak lambasına asılı olduğunu
gördüğü kırmızı balonu lambaya tırmanıp alması ile başlar. Bundan sonra
balon hep çocuğun yanında olur. Ancak şöyle bir sorun vardır. Otoritenin
yarattığı aile, okul, kilise gibi kurumlar bu kırmızı balona şiddetle
karşı çıkar. Küçük çocuk bu kurumlara girmek için balonu kapıda
bırakmalıdır. Soluk renkli Fransız sokaklarında geçen film, balon ve
küçük çocuğun arkadaşlığının pekişmesi ile devam eder. Sonrası ise
beklendik şekilde gelir. Balon ile çocuğun arkadaşlığını hazmedemeyen
diğer çocuklar, kırmızı balonu bir köşede kıstırır ve bir sapanla balonu
patlatırlar. Kırmızı balonun tüm canlılığı ve parlaklığı, içindeki hava
ile birlikte sönüp gider. Son olarak çocuklardan biri sönmüş balonu
ayaklarının altında çiğneyerek bu balonun canlılığını tamamen yok eder.
Yönetmenin kırmızı balona nasıl bir anlam yüklediği çok açık olmasa
da balon, Ernst Bloch’un “gündüz düşleri” kavramını hatırlatır. Bloch,
umut etmenin bir tür gündüz düşü olduğunu ifade eder. Ona göre böylece
“hem özlem ve ihtiyaçlar dile gelir hem de mevcut düzen eleştirilir.”
Kırmızı balon bir tür umut nesnesi olarak düşünülebilir. Kimi zaman
yanınızda hissettiğiniz, kimi zaman kaybettiğiniz için üzüldüğünüz, kimi
zaman sadece varlığından bile mutluluk duyduğunuz, elinizden
bıraktığınızda gideceğini düşünseniz de onu özgürlüğe kavuşturduğunuz,
size itaat etmeyen ama yanınızdan ayrılmayan bir umut. Muktedirlerin
içinde bulundukları yerlere almadıkları, hatta yok etmeye çalıştıkları
ve yok ettiklerini düşündükleri, hiç beklenmedik bir anda geleceğe dair
iyimserlik içeren bir umut.
Filmin sonunda ise canlılığını yitiren balon öylece çimlerin üzerinde
dururken umudun yok olduğu/yok edilebildiği düşünülür. Oysa ütopik bir
şekilde Fransa’nın soluk renkli sokaklarındaki evlerden capcanlı ve
türlü renklerde balonlar semada süzülmeye başlar. Balonların umudun yok
olması zannıyla umut edenleri terk ettiği düşünülürken, hepsinin bir
araya gelerek kırmızı balonuna üzülen çocuğu alıp belki de iyi olan/
iyilerin olduğu bir yere doğru uçurması umudun yok olamayacağını
gösterir. Son sahnede umudu kıskanıp sapanla vuranlara ve onu yok
edenlere yer yoktur. Çünkü umut, sapanların balonları değil zalimleri
vurabileceği günleri umut edebilenindir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder