5 Kasım 2012 Pazartesi

Kırmızı Balon

Gündelik hayatın sıradanlığıyla boğuştuğunuz bir günün sabahında kırmızı bir balonla karşılaşsaydınız ne yapardınız? Acaba –nerde olursa olsun- kırmızı gibi canlı bir rengi soluk renkli hayatınıza katabilmek için çabalar mıydınız yoksa onu olduğu yere bırakıp tekdüzeliğe devam mı ederdiniz?

Albert Lamorisse’nin yönettiği 1956 yapımı Le Ballon Rouge (Kırmızı Balon)adlı film “hiçbir şey” söylemeden “çok şey” anlatan filmlerden. Her şey küçük bir çocuğun okula giderken bir sokak lambasına asılı olduğunu gördüğü kırmızı balonu lambaya tırmanıp alması ile başlar. Bundan sonra balon hep çocuğun yanında olur. Ancak şöyle bir sorun vardır. Otoritenin yarattığı aile, okul, kilise gibi kurumlar bu kırmızı balona şiddetle karşı çıkar. Küçük çocuk bu kurumlara girmek için balonu kapıda bırakmalıdır. Soluk renkli Fransız sokaklarında geçen film, balon ve küçük çocuğun arkadaşlığının pekişmesi ile devam eder. Sonrası ise beklendik şekilde gelir. Balon ile çocuğun arkadaşlığını hazmedemeyen diğer çocuklar, kırmızı balonu bir köşede kıstırır ve bir sapanla balonu patlatırlar. Kırmızı balonun tüm canlılığı ve parlaklığı, içindeki hava ile birlikte sönüp gider. Son olarak çocuklardan biri sönmüş balonu ayaklarının altında çiğneyerek bu balonun canlılığını tamamen yok eder.

Yönetmenin kırmızı balona nasıl bir anlam yüklediği çok açık olmasa da balon, Ernst Bloch’un “gündüz düşleri” kavramını hatırlatır. Bloch, umut etmenin bir tür gündüz düşü olduğunu ifade eder. Ona göre böylece “hem özlem ve ihtiyaçlar dile gelir hem de mevcut düzen eleştirilir.” Kırmızı balon bir tür umut nesnesi olarak düşünülebilir. Kimi zaman yanınızda hissettiğiniz, kimi zaman kaybettiğiniz için üzüldüğünüz, kimi zaman sadece varlığından bile mutluluk duyduğunuz, elinizden bıraktığınızda gideceğini düşünseniz de onu özgürlüğe kavuşturduğunuz, size itaat etmeyen ama yanınızdan ayrılmayan bir umut. Muktedirlerin içinde bulundukları yerlere almadıkları, hatta yok etmeye çalıştıkları ve yok ettiklerini düşündükleri, hiç beklenmedik bir anda geleceğe dair iyimserlik içeren bir umut.

Filmin sonunda ise canlılığını yitiren balon öylece çimlerin üzerinde dururken umudun yok olduğu/yok edilebildiği düşünülür. Oysa ütopik bir şekilde Fransa’nın soluk renkli sokaklarındaki evlerden capcanlı ve türlü renklerde balonlar semada süzülmeye başlar. Balonların umudun yok olması zannıyla umut edenleri terk ettiği düşünülürken, hepsinin bir araya gelerek kırmızı balonuna üzülen çocuğu alıp belki de iyi olan/ iyilerin olduğu bir yere doğru uçurması umudun yok olamayacağını gösterir. Son sahnede umudu kıskanıp sapanla vuranlara ve onu yok edenlere yer yoktur. Çünkü umut, sapanların balonları değil zalimleri vurabileceği günleri umut edebilenindir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder