Cinsiyetin (sex) ne olduğu
ile ilgili bir soru ile karşılaşıldığında genel olarak iki seçenek verilir:
kadın ya da erkek/ dişil ya da eril. Toplumsal cinsiyet (gender) ise
dişili “kadın” erili “erkek” yapan belirlenimleri sağlayan özellikler olarak
düşünülür. Türkiye gibi muhafazakâr ülkelerde üçüncü bir seçenek yok: Var ama
yok.
Toplumsal cinsiyet yasal olarak belirlenseydi,
bunun nasıl düzenlendiği üzerinde tartışmak belki daha kolay olabilirdi fakat
toplumsal cinsiyet belirlemeleri yapılmadan önce bunun nasıl inşa edildiği
tartışılmalıdır çünkü özne, toplumsal cinsiyet düzenlemeleri ile inşa ve
yeniden inşa sürecine “tabi kılınmaktadır” (subjection).
Foucault’ya göre, toplumsal cinsiyetin “düzenleyici rejimin enstrümanı” olmaya
meyilli olduğu açıktır. Butler ise toplumsal cinsiyete hükmeden
düzenleyiciliğin yine toplumsal cinsiyet ile ilgili olduğunu düşünmektedir. Bu
nedenle toplumsal cinsiyeti bir norm olarak ele almak gerekir. Norm, Butler’ın
deyişiyle, müşterek bir standart yaratma aracıdır. Toplumsal cinsiyetin bir
norm olması, onun yine toplumsallıktan beslenerek maddileştiğinin
göstergesidir. Norm, dayatmacı bir belirleyendir çünkü neyin “normal”
neyin “anormal” ya da “patolojik” olduğu ancak yine bu normlarla anlaşılır
kılınmaktadır.
Toplumsal cinsiyet dendiğinde akla sadece kadın ve
erkek gelmesinin belirleyicisi yine toplumsal cinsiyettir fakat toplumsal
cinsiyeti sadece iki ile sınırlandırmak LGBT bireyleri görmemek ve onları
görünmezliğin alanına itmek anlamına gelecektir. Toplumsal cinsiyetin eril ve
dişil olanı doğallaştırmak olduğu düşüncesi, bu ikiliklerin dışında olanın
ötekileştirilmesi ve dışlanması ile ilgilidir. Dişil ya da eril olarak doğmuş
olmak, ya da böyle bir görüntüye sahip olarak dünyaya doğmak, belli toplumsal
cinsiyet normlarının üstlenilmesini de beraberinde getirir fakat aynı yolla
belli cinsiyet kombinasyonlarının oluşabileceği de unutulmamalıdır.
Toplumsal cinsiyet normları üretildiği alan için
bir belirlenim yapar ve onun dışındakini dışlar. Bu duruma bir örnek vermek
gerekirse interseks çocukların ameliyat edilerek çevreye uyum gösterebilmeleri
için “düzeltilmeleri” ele alınabilir. Buradaki toplumsal cinsiyet düzenlemesi
bir “düzenleme”den çok “yıkım”ı ifade etmektedir çünkü “düzeltilen” birey
fiziksel ve ruhsal açıdan şiddete uğramış ve toplumsal cinsiyet normlarıyla
infaz edilmiştir denebilir.
Bu yolla toplumsal cinsiyetin heteroseksüel bir
yapıya sahip olduğu ve kendini sadece bununla sınırlandırdığına ulaşılır.
Toplumsal cinsiyet düzenlemeleri “normal” olduğu düşünülene göre yapılmaktadır
çünkü özne bir bedel ödeyerek özne olma sürecini tamamlar ve özneleri oluşturan
normlara direnen her şey bilinçdışında kalır. Böylece yardım alacak kişiler, evlat
edinecek çiftler, yasal olarak eşin nasıl olması gerektiği yine bu normalleşme
sürecine paralel olarak düzenlenir. Bu durumda toplum “standartlara uygun” ve
sınırlandırılmış olarak düzenlenir. Butler iktidar ilişkilerinden bağımsız bir
cinsellik olamayacağını gösterir çünkü Foucault’nun da belirttiği gibi,
cinsiyet iktidarla, söylemle ve bedenle ve bunların düzenleniş şekliyle ilişki
içindedir. Selma Aliye Kavaf’ın "eşcinsellik hastalıktır" yorumu
sadece onun değil, devletin eşcinsellik yorumudur. Yani Kavaf'ın yorumu aslında
iktidarın homofobisinin göstergesidir. Devletin eşcinselliği hastalık olarak
belirlemesi, “vergi veren yurttaş” ile “eşcinsel bireyler” arasındaki ilişkiyi
görememesinden kaynaklanmaktadır. Yani eşcinselliğin bir “anormallik” içinde ya
da bir “patolojik” vaka olarak algılanması ile yaratılan polemik onların
özneliğinin kendine tabi kılınmasını sağlayacaktır. Bu tabi olma, özneleşme,
özgürleşme süreci nasıl gerçekleşecek?
Devamı; Kaos GL, Eylül-Ekim 2012, 126. Sayı.
http://www.kaosgldergi.com/sayi.php?id=126
Devamı; Kaos GL, Eylül-Ekim 2012, 126. Sayı.
http://www.kaosgldergi.com/sayi.php?id=126
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder