5 Mart 2013 Salı

Normlarla Belirlenmiş Olmamak: Toplumsal Cinsiyet Permütasyonları


Cinsiyetin (sex) ne olduğu ile ilgili bir soru ile karşılaşıldığında genel olarak iki seçenek verilir: kadın ya da erkek/ dişil ya da eril. Toplumsal cinsiyet (gender) ise dişili “kadın” erili “erkek” yapan belirlenimleri sağlayan özellikler olarak düşünülür. Türkiye gibi muhafazakâr ülkelerde üçüncü bir seçenek yok: Var ama yok.

Toplumsal cinsiyet yasal olarak belirlenseydi, bunun nasıl düzenlendiği üzerinde tartışmak belki daha kolay olabilirdi fakat toplumsal cinsiyet belirlemeleri yapılmadan önce bunun nasıl inşa edildiği tartışılmalıdır çünkü özne, toplumsal cinsiyet düzenlemeleri ile inşa ve yeniden inşa sürecine “tabi kılınmaktadır” (subjection). Foucault’ya göre, toplumsal cinsiyetin “düzenleyici rejimin enstrümanı” olmaya meyilli olduğu açıktır. Butler ise toplumsal cinsiyete hükmeden düzenleyiciliğin yine toplumsal cinsiyet ile ilgili olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle toplumsal cinsiyeti bir norm olarak ele almak gerekir. Norm, Butler’ın deyişiyle, müşterek bir standart yaratma aracıdır. Toplumsal cinsiyetin bir norm olması, onun yine toplumsallıktan beslenerek maddileştiğinin göstergesidir. Norm,  dayatmacı bir belirleyendir çünkü neyin “normal” neyin “anormal” ya da “patolojik” olduğu ancak yine bu normlarla anlaşılır kılınmaktadır.

Toplumsal cinsiyet dendiğinde akla sadece kadın ve erkek gelmesinin belirleyicisi yine toplumsal cinsiyettir fakat toplumsal cinsiyeti sadece iki ile sınırlandırmak LGBT bireyleri görmemek ve onları görünmezliğin alanına itmek anlamına gelecektir. Toplumsal cinsiyetin eril ve dişil olanı doğallaştırmak olduğu düşüncesi, bu ikiliklerin dışında olanın ötekileştirilmesi ve dışlanması ile ilgilidir. Dişil ya da eril olarak doğmuş olmak, ya da böyle bir görüntüye sahip olarak dünyaya doğmak, belli toplumsal cinsiyet normlarının üstlenilmesini de beraberinde getirir fakat aynı yolla belli cinsiyet kombinasyonlarının oluşabileceği de unutulmamalıdır.

Toplumsal cinsiyet normları üretildiği alan için bir belirlenim yapar ve onun dışındakini dışlar. Bu duruma bir örnek vermek gerekirse interseks çocukların ameliyat edilerek çevreye uyum gösterebilmeleri için “düzeltilmeleri” ele alınabilir. Buradaki toplumsal cinsiyet düzenlemesi bir “düzenleme”den çok “yıkım”ı ifade etmektedir çünkü “düzeltilen” birey fiziksel ve ruhsal açıdan şiddete uğramış ve toplumsal cinsiyet normlarıyla infaz edilmiştir denebilir.

Bu yolla toplumsal cinsiyetin heteroseksüel bir yapıya sahip olduğu ve kendini sadece bununla sınırlandırdığına ulaşılır. Toplumsal cinsiyet düzenlemeleri “normal” olduğu düşünülene göre yapılmaktadır çünkü özne bir bedel ödeyerek özne olma sürecini tamamlar ve özneleri oluşturan normlara direnen her şey bilinçdışında kalır. Böylece yardım alacak kişiler, evlat edinecek çiftler, yasal olarak eşin nasıl olması gerektiği yine bu normalleşme sürecine paralel olarak düzenlenir. Bu durumda toplum “standartlara uygun” ve sınırlandırılmış olarak düzenlenir. Butler iktidar ilişkilerinden bağımsız bir cinsellik olamayacağını gösterir çünkü Foucault’nun da belirttiği gibi, cinsiyet iktidarla, söylemle ve bedenle ve bunların düzenleniş şekliyle ilişki içindedir. Selma Aliye Kavaf’ın "eşcinsellik hastalıktır" yorumu sadece onun değil, devletin eşcinsellik yorumudur. Yani Kavaf'ın yorumu aslında iktidarın homofobisinin göstergesidir. Devletin eşcinselliği hastalık olarak belirlemesi, “vergi veren yurttaş” ile “eşcinsel bireyler” arasındaki ilişkiyi görememesinden kaynaklanmaktadır. Yani eşcinselliğin bir “anormallik” içinde ya da bir “patolojik” vaka olarak algılanması ile yaratılan polemik onların özneliğinin kendine tabi kılınmasını sağlayacaktır. Bu tabi olma, özneleşme, özgürleşme süreci nasıl gerçekleşecek?

Devamı; Kaos GL, Eylül-Ekim 2012, 126. Sayı.

http://www.kaosgldergi.com/sayi.php?id=126  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder